Petrodolara direnen Mattei, Musaddık ve Nasır'ın az bilinen hikayesi

250 yıllık tarihi, darbeler, iç savaşlar, soykırımlar ve uyuşturucu çeteleriyle dolu.
Avrupa sermayesinin en büyük buluşu; Amerika Birleşik Devletleri’nden söz ediyorum.
Önce altın-dolar, ardından petro-dolar sistemiyle dünyaya hükmetmiş bir emperyalist.
Venezuela, İran ve Hong Kong’da hükümet devirme çalışmaları yaparken boş bıraktığı defanstan golü yedi. Rahmetli İmmanuel Wallerstein’in kulakları çınlasın (*).
DOLARIN ÖLÜM İLANINI KAPİTALİSTLER VERDİ
İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney, İngiltere tarihinde ilk yabancı kökenli başkan oldu.
Kanada Merkez Bankası Başkanlığı yapan Carney, Batı kapitalizminin en ileri gelen temsilcilerinden biri olarak, Anglo-Amerikan bağları da temsil etti.
Yakınlarda emekli olmaya hazırlanan (31 Ocak 2020’de görevi sona eriyor) Carney, 23 Ağustos’ta Jackson Hole Wyoming’de diğer merkez bankaları başkanları ve küresel finans elitlerine bir konuşma yaptı.
Carney, 23 sayfalık konuşmasında dolar sisteminin bitişini ilan etti:
“Uluslararası Para ve Finans Sistemi’nin tam da kalbindeki istikrarsızlaştırıcı asimetrik durum giderek şiddetini artırıyor. Küresel ekonomi yeniden tasarlanırken, Bretton Woods sistemi çökerken, Amerikan dolarının hala bu kadar önemli bir para birimi olması sürdürülebilir değil. Uzunca vadede bu oyunun değişmesi lazım. Riskler artıyor ve bunlar yapısal riskler.”
Mark Carney, bu risklere karşı, Çin para birimi Renminbi’nin de dolar gibi küresel bir para olarak değerlenmesi gerektiğini, hatta (Bitcoin gibi) kripto para sistemlerinin de devreye girebileceğini söylerken, 1. Dünya Savaşı’nda İngiliz Sterlin’inin 2. Dünya Savaşı sonrası yerini Amerikan Doları’na bırakması örneğini de verdi.
Yeni para sisteminin eskisi gibi tek kutuplu değil, fakat çok kutuplu temellere dayanması gerektiğini söyleyen Carney, ancak bu dönüşümün öyle kolay olmayacağını vurguladı.
“Tarih bize öğretmiştir ki, yeni bir küresel rezerv para birimine geçiş, sanıldığının aksine yumuşak bir süreçte olmayacaktır” diyen Carney, tarihte hep büyük buhranlar ve savaşlar sonrası bu dönüşümün yaşandığına dikkati çekti.
İngiltere Merkez Bankası Başkanı (Bank of England) Mark Carney, şimdiye değin, doların geleceği hakkında en ayrıntılı bilgi veren batılı merkez bankası başkanı oldu.
Eski bir Goldman Sachs bankacısı olan Carney, IMF’nin yeni para birimi olarak bir süredir hazırlanan SDR (Special Drawing Rights – Özel Çekme Hakları) isimli para biriminin, Dolar, Sterlin, Yen, Avro ve Renminbi’den oluşacağını açıkça belirtti.
E kapitalist tabii ki, yeni sistemi de elinde tutmak istiyor.
Carney’ye göre, IMF, 189 üyesinin de mutabakatıyla yeni para sistemi için 3 trilyon dolar tutarında SDR fonu oluşturacak. Küresel kripto para birimi de (Stablecoin-İstikrarlı para) yeni Sentetik Küresel Hegemonik Kur adıyla ortaya çıkacakmış.
Yani tüm bu açıklamalar aslında, küresel kapitalizmin bağrında bile Amerikan dolarının dünya hegemonyasının bittiğini ve yerine daha uzlaşılabilir bir şey konması gerektiğinin düşünüldüğünü gösteriyor.
Carney’nin görevini tamamladıktan sonra yeni IMF Başkanı olması bekleniyor.
Aslına bakarsanız, şimdiki Başkan Christian Lagarde da ondan pek farklı düşünmüyor.
Lagarde, 14 Kasım 2018’de “artık yeni şeyler söylemek lazım” darbı meseline uygun bir açıklama yapmıştı.
“Dijital para çıkarma olasılığını göz önünde bulundurmamız gerektiğine inanıyorum. Devlet dijital ekonomiye para sağlayabilir. Yeni bir rüzgar esiyor, dijitalleşmeninrüzgarı. Bu dijital dünyada nakit paranın ne rolü olacak? Son IMF çalışmasında görüldüğü gibi para talebi azalıyor. Ve gelecek on, yirmi, otuz yılda, kim hala kağıt parçalarını değiş tokuş edecek? ”
Şunu iyi anlamak gerek, kapitalistler için ülke yok, para vardır.
O ülke geçmişte Roma olabilir, Osmanlı, İngiltere İmparatorlukları olabilir, Amerika Birleşik Devletleri olabilir, hatta Çin bile belli ölçülerde mümkün.
Servetlerini korudukları sürece hangi ülkenin bayrağı altında olduklarının pek de önemi yoktur.
Ancak onlar da artık mevcut sistemin sürdürülemez olduğunu kabul ediyor.
Bu yazının ana fikri de budur.
Carney’nin tek kutuplu para sisteminden çok – kutuplu sisteme geçiş örneği, “artık biz kapitalistler tüm dünyayı parmağımızın ucunda döndüremeyiz, bir noktaya kadar geri çekilmemizin zamanı geldi” demektir.
Yoksa iplerin yine IMF’nin elinde olmasını, merkez bankalarının milli devletlerden bağımsız (ama Goldman Sachs’tan bağımsız değil) olmasını istedikleri kesin.
Yoksa bu kapitalistler, en az 2 dünya savaşından, pek çok iç savaş, darbe ve suikastten sorumlu.
İsterseniz bunlardan bir kısmının bir biriyle bağlantılı hikayesini, ekonomist ve petropolitik uzmanı F. William Engdahl’in “A Century of War – Anglo American Oil Policies and New World Order” (Savaşın bir Asrı – Anglo Amerikan Petrol Politikaları ve Yeni Dünya Düzeni) başlıklı kitabından ilginç bir alıntıyla anlatalım.
MATTEI, MUSADDIK VE NASIR
1919 Versailles Barış Konferansı’nda gücünün doruğunda olan “Üzerinde güneşin batmadığı” İngiltere, nasıl olmuştu da sadece 30 yıl sonra 1949’da tüm sömürgelerini kaybetmiş bir ada devleti haline dönüşmüştü?
Bunun cevabı en az 55 milyon insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yaşananlarda yatıyor.
İngiltere birinci ve ikinci dünya savaşlarında öylesine büyük borçlara girmiş ve ekonomisi o derece bozulmuştu ki, bu dönüşüme razı olmaktan başka çaresi yoktu.
Ancak bu dönüşüm yine de İngiltere’nin çıkarlarının belirli biçimlerde korunmasıyla olacaktı.
Aslında Lord Lothian, Lord Milner ve Cecile Rhodes bunu Doğu Kıyısı Müesses Nizamı ile ta birinci dünya savaşı esnasında ayrıntılı biçimde masaya yatırmıştı.
Royal Institute of International Affairs ile New York Council on Foreign Relations işbirliğinde yeni düzenin temelleri atıldı.
İstihbarat alanında da 2.Dünya Savaşı’ndaki askeri işbirliği, sonrasında örgütler arası organik koordinasyona evrildi. ABD’nin OSS (Office of Strategic Services-Stratejik Hizmetler Ofisi) uzun süre İngiliz Özel Operasyonlar Başkanlığı ile işbirliği içinde Londra merkezli çalıştı. CIA ve tümAmerikan istihbarat servisleri, savaş zamanı ve sonrası İngilizlerle birlikte kuruldu ve yönetildi.
Petro politik de bu işbirliği içinde yer aldı elbette. İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 5 Mart 1946’daki Fulton - Missouri ziyaretinde, ABD Başkanı Truman ile bu konuda derin ilişkilerin ilk adımları atıldı. Truman yönetimindeki İngiliz karşıtlarını tasfiye etti. Tarım Bakanı Henry Wallace da onlardan biriydi.
Amerikan dolarının küresel rezerv para ilan edildiği 1944’teki Bretton Woods toplantısında petrol meselesi de ele alınmıştı. Lord Keynes ile Amerikalı mevkidaşı ABD Hazine Bakan Yardımcısı Harry Dexter White bu konuları bir karara bağladı.
IMF ve Dünya Bankası ile onsu 35 dolardan altın karşılığı dolar sisteminin yanı sıra, 7 kızkardeşler denen petrol devleri de bu anlaşmaya dahildi.
Rockefeller’in Standart Oil, Pittsburgh’dan Mellon Ailesi’nin Gulf Oil’i bunlardan en güçlü iki tanesiydi ve daha 1940’larda Suudi’lerin petrolüne el koymuştu. Bu da Churchil – Roosevelt ilişkisi sayesinde gerçekleşmişti.
Savaş sonrası uygulanan Marshall Yardımı’nın en az yüzde 10’u, Avrupa ülkelerinin 5 Amerikan petrol devinden (Exxon, Mobil, Texaco, Chevron, Gulf Oil) satın aldığı (hayli pahalı) petrolden ibaretti.
Rockefeller’in Standart Oil markası Exxon bunların en büyüğüydü ve daha sonra kurulacak Chase Manhattan, City Bank, First National, Chemical Bank ve daha pek çok büyük bankanın da oluşumunda sermaye sağlayacaktı.
1950’lerde İngiltere eski imparatorluk mirasıyla, Orta Doğu’ya siyaseten olmasa da ekonomik olarak hakimdi. İran petrolleri de bunun içinde yer alıyordu. Anglo – Iranian Oil Company, İran petrollerini çıkarıp satıyordu. İran, 2.Dünya Savaşı sonrasında ABD-İngiltere ve SSCB arasında bölünmeye çalışılan, tahta yeni çıkmış Şah Rıza Pehlevi tarafından yönetilen bir ülke konumundaydı.
İran Başbakanı Musaddık, sanılanın aksine anti komünist bir milliyetçiydi. Venezuela ile yarı yarıya petrol anlaşması yürüten Standart Oil’i örnek gösterip, Anglo – İranian Petrol Şirketi (Daha sonra British Petrolium-BP oldu adı) ile yeni bir anlaşma yapmak istedi. İngilizler buna karşı yalan propaganda ve düşmanca bir tavırla cevap verdiler.
15 Mart 1951’de İran Meclisi, Dr. Musaddık’ın Anglo – İran Şirketi’ni millileştirme teklifini oylayarak kabul etti. İngilizler hemen donanmayı petrol rafinerisinin bulunduğu Abadan kıyılarına gönderdi ve İran’a aynı bugünkü gibi ekonomik yaptırım uygulamaya başladı.
Musaddık, ABD’den yardım istemeye New York’a gittiğinde aldığı tek cevap, Royal Dutch Shell’i, İran petrollerinin yeni yöneticisi olarak kabul etmesi oldu.
Koyu bir Sovyet düşmanı olan Musaddık, ABD ve İngiliz basınında “komünist” ve “Rus ajanı” olarak nitelenmeye başlandı.
1953’ün 10 Ağustos’unda CIA Başkanı Allen Dulles, ABD Tahran Büyükelçisi Loy Henderson ve Şah’ın kız kardeşi, İsviçre’de buluşup Musaddık’ın devrilmesini görüştü.
1990’da “Çöl Ayısı” lakabıyla tanınan Irak işgali ABD Kuvvetleri komutanı Norman Schwarzkopf’un aynı adı taşıyan General babası da akabinde Tahran’a uçtu ve eğittiği eski İran polis güçlerinden bir milis grubu oluşturdu. CIA Başkanı Allen Dulles’in kardeşi Dışişleri Bakanı John Foster Dulles da darbenin yöneticisi olarak Şah Rıza Pehlevi ile anlaştı.
Darbe sonucu Musaddık tutuklandı. 2 yıllık tüm petrolü millileştirme çabaları geriye döndürüldü. Operasyon AJAX adı verilen bu darbe, İngiliz ve Amerikan istihbaratçılarının ortak bir tezgahıydı.
Aynrı dönemde Musaddık’tan petrol alımı için anlaşmalar yapan İtalyan Enrico Mattei isimli işadamı, ülkesinin ABD’ye bağımlılığına karşı çalışıyordu.
Mattei de Musaddık gibi bir anti konümist idi. Hristiyan Demokrat Parti’dendi. Ancak Mattei, ülkesinin Nazi ve Mussolini işgaline de karşı çıkmış vatanperver bir isimdi. Mattei, 1945’te AGİP (Aziende Generale İtaliana Petroli – İtalya Petrolleri Genel Birliği) devlet şirketine yönetici oldu.
Hırslı çalışmalarıyla ilk kez İtalya Po Ovası’nda petrol ve doğalgaz çıkarttı. Mattei, ülkesinin Amerikan – İngiliz petrol şirketleri tarafından sömürülmesine karşı çıkıyordu. 1950’lerde artık 7 Kızkardeşler denen Anglo Amerikan Petrol şirketleri, dolar karşılığı alınıp satılan petrol tekelleriyle dünyayı soyup soğana z-çevirmeye başlamıştı. Mattei, 1953’te İtalyan Devlet Şirketi ENİ’yi (Ente Natzionale İdrokarburi) kurdu. İyi bir organizasyonla ENI, kısa sürede ESSO ve Shell’in tahtını sallamaya başladı.
Mattei, rafineriler ve tankerlerle Anglo Amerikan petrol tröstünü tehdit etmeye başlamıştı. 1953’te Musaddık ile de görüşmüş darbe sonrası müzakereleri bu kez İran Şahı Pehlevi ile sürdürmüştü. Nihayet 1957’de Mattei, Milli İran Petrol Şirketi ile ENI arasında yüzde 75’i İran’a, yüzde 25’i ENI’ye ait olmak üzere ortaklık anlaşması imzalamıştı. 7 kızkardeşler bu işe çok kızdı.
Mattei’ye kızmalarının bir başka sebebi de 1955’te Mısır lideri Cemal Abdül Nasır ile de güzel bir anlaşma yapmış olmasıydı. İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi verip Süveyş’i millileştiren Nasır, ENI ile Sina yarımadasında petrol çıkarma ve işletme anlaşması yapınca, Londra ve New York’ta kaşlar zaten çatılmıştı.
Anglo Amerikan istihbarat örgütleri bu kez yönlerini İtalya’ya çevirdi. Eğer Mattei, kızkardeşler kulübüne girecek olursa, bu kez Almanlar ve Belçikalılar da aynı kapıyı zorlayabilirdi. Mattei, bununla da yetinmedi, Asya ve Afrika’da yeni bağımsızlığına kavuşmuş devletlere de gitti.
Ancak ABD ve İngiltere’de sigortaları attıran olay 1960’ın Ekim ayında meydana geldi. Anti komünist Hristiyan Demokrat Mattei bu kez Moskova’daydı. ENI ve Rus Devlet petrol Şirketi ile çok önemli ve verimli anlaşmalar yaptı. Buna göre Rus petrolünü taşıyacak borular İtalya’da yapılacak ve petrol Amerikalılarıninin yarı fiyatına gelecekti. İtalyan çelik sanayi bu anlaşmayla büyüdü. Taranto’da çelik boru üretimi için fabrikalar çalışmaya başladı. Rus petrolü, Volga Ural hattından önce Çekoslavakya’ya, ardından Polonya ve Macaristan üzerinden İtalya’ya akacaktı.
Amerikan ve İngiliz basını, tıpkı Musaddık ve Nasır için yaptıkları gibi Mattei’ye de “Kripto Komünist ve Sovyet Ajanı” damgasını vurdu. Ancak bu da yeterli değildi.
27 Ekim 1962’de, Rus petrol boru hattı için ilk borular fabrikadan çıktıktan sadece bir ay sonra, Enrico Mattei ve 2 meslektaşını taşıyan özel uçak Sicilya’dan Milano’ya gitmek üzere havalandıktan kısa bir süre sonra düştü. Muhtemelen sabotaja uğrayan uçaktaki herkes ölmüştü. Mattei henüz 56 yaşındaydı.
Roma’daki CIA İstasyon Şefi Thomas Karamessinas, olayın hemen ardından İtalya’yı terk etti. Karamessinas daha sonra da Şili’de Allende’yi devirmek için hazırlanan darbede rol oynayacaktı. Yunan asıllı Karamessinas’ın 28 Ekim 1962 tarihli Mattei uçak kazası raporu hiç bir zaman kamuoyuna açıklanmadı. Milli güvenliği ilgilendiren konular gerekçesiyle denildi.
Mattei, ölmeseydi daha önceden kararlaştırılmış randevusuna gidecek ve ABD’nin 7 kızkardeşe muhalif Başkanı John F. Kennedy ile görüşecekti. Kennedy, petrol şirketlerini Mattei ile bir anlaşmaya varmaları için zorluyordu. Mattei Kennedy görüşmesi hiç bir zaman gerçekleşmedi. 1963’te Kennedy de bir suikaste kurban gitti.
Kanlı petrodoların kısa bir hikayesi de böyle bitmişti.
Tıpkı bugün doların kendi hikayesinin de bittiği gibi.

(*) Immanuel Wallerstein – “Liberalizmden Sonra”,”Bildiğimiz Dünyanın Sonu”, “Amerikan Gücünün Gerileyişi” kitaplarının yazarı siyaset bilimci.

KAYNAKLAR:
https://www.globalresearch.ca/is-fed-preparing-topple-us-dollar/5687786