Poetika mı politika mı

Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Hasan Bülent Kahraman sacayağının Varlık’ta Enver Ercan’ı öne çıkartarak diyalektik akla ve yurttaşlık bilincine karşı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’ın postmodern tüketim programı kapsamında dinsel ve etnik ittifakı entelektüel ortama sızdırma ve yerleştirme girişimi, gün geldi, Türk edebiyat geleneğini silme ereğini yüksek sesle haykırmaya yöneldi. 2000’lerde Türkiye Yazarlar Sendikası da emek saflarındaki düşünsel ve edebî ağırlığı yok edilerek yıkım sürecinde koçbaşı görevi üstlendi. Ataol Behramoğlu, Özdemir İnce gibi ağabey ustalar da zamana uymak endişesiyle, kendilerine göstermelik saygı bağışı karşılığında olayı moda olarak görmeyi seçip yıkıma sessiz kalırken, ödüller üzerinden kurumlaşan mafiyöz ilişkilerde uzlaşıcı eğilimler sergilemekle okur indinde itibarlarının korunacağı umarı onları izleyen kuşakların da gelişmelere tepkisiz kalmaları sonucunu verdi ki, sıra Orhan Kâhyaoğlu’ndaydı: Türk şiiri teriminin yerini, etnik çok parçalı sürece açık olmak üzere Türkçe şiir almalıydı.

ZORAKİ ETNİKÇİLİK

Kâhyaoğlu, gelinen noktada postmodern savrulmaların gerekçesini, “Seçtiklerimiz öncelikli olarak Türkiyeli şairler. ... Modern Türkçe şiirin açık biçimde ortaya çıkışı, ... poetik - politik tartışmaların, farklı şiir tavırlarının sonucu olarak gelişmiştir.” tarzında açıklamışsa da, gerisindeki politik niyetleri vurgulama fırsatını kaçırmaz: “Türkiye’de, yani Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yaşayan her toplum veya topluluğun Türk olmadığının artık idrak edilmesi gerekiyor.”

Kâhyaoğlu; daha Kurtuluş Savaşı sırasında tarihsel gerçek olarak kabul gören bir toplumsal olguyu, Kürt varlığı olgusunu özellikle 1969’da TİP Kongresi’nde de karara bağlayan Türk sosyalizminin geleneksel tutumunu yok sayarak, tam da emperyalist kışkırtmaları yansıtan söylemle ele alır: “... bizim için belirleyici olan, modern şiiri yazan şairlerin yalnızca Türkler olmadığının çoktan ayrımına varmamız.”

Ne kadar çoktan ve neden sonra?... İtirafı açık: “Böyle bir ayrıma varmamızda, tabii ki Kürt sorununun, bu halkın otuz yıldır verdiği mücadelenin ve buna koşut olarak geliştirdiği kimlik arayışının payı büyük.” Anlam çarpıklıklarını anlatım bozukluğuyla gargaraya getiren Kâhyaoğlu, “kimlik arayışı geliştirmek için 30 yıl mücadele vermek” gibi bir emperyalist planın parçası olan zoraki ayrılıkçı tutumu dönüp Türk şiirine dayatıyor (Modern Türkçe Şiir Ant., s. 16, Ayrıntı Y., Eylül 2015).

ŞİİRE MÜLTECÂ OLMAK

Kâhyaoğlu’nun dayattığı plan karşısında uyanık davranan tek şair İsmet Özel olmuş, antolojiye girmemiş, adını politikanın şiire mültecâ kılınmasında kullandırmamıştır. Öte yandan antoloji, geleneği yıkarken, başka antolojilerde yer alan birçok şairi ve bu arada Seyyit Nezir’i de tasfiye etmiştir: Adını andığı, postmodernizme karşı Broy’u ve Yenibütün hareketini oluşturması nedeniyle eleştirdiği şairin şiirinden korkmuştur (s. 1112).

Özdemir İnce, şair kimliğinin yanı sıra akademik düzey ve uluslararası ilişkilerle edindiği dünya şiir birikimi sayesinde oyunu bozmak gereğini kavramış, tavrını sis çanı yazılarıyla koymuş, 6-10 Temmuz 2016 günleri arasında ise Seyyit Nezir’in sorularını yanıtladığı söyleşide görüşlerini ayrıntılı olarak Aydınlık’ta yansıtmıştır. Söyleşi günlerinde, 40 kadar şair ve yazara yöneltilen soruları ise yalnızca Veysel Çolak, Hidayet Karakuş, Hüseyin Haydar, Volkan Hacıoğlu, Ahmet Yıldız, Mecit Ünal, Halûk Cengiz, Ekrem Kahraman, Salih Bolat, Koray Feyiz, Mehmet Ulusoy, Zafer Yalçınpınar yanıtlamış ve Kâhyaoğlu’nun kimlerin hesabını gözettiği belirlenmiştir.

Soruşturmayı yanıtlamaktan kaçınan Metin Cengiz, konuyu çok daha sonraları, Kaan Eminoğlu’nun soruşturmasına yanıt verirken değerlendirmiştir. Cengiz, şiire dar güncel politika ışığında bakarak poetika belirlenemeyeceğini, bunun evrensel ilkelere aykırılığını belirtmiş, “Kürt olup da Türkçe yazan şair arkadaşlarımızın Türk şiiri antolojilerinde yer aldıklarından dolayı ‘Türk’ isminden gocunmaları da yalnızca politik bir duyarlık, politik bir hassasiyet” demiştir (Şubat 2019).

CUMHURİYET’TE SEMERİ BİLE DÖVEMEZSİN

Tartışma diyalektik akla ve bilime uygun biçimde sonuçlandırılmışken Oğuz Demiralp, CumhuriyetKitap’taki yazısında, “Türk Edebiyatı” yerine “Türkçe Edebiyat” deyince, Özdemir İnce’nin sis çanı, Cumhuriyet’te yeniden çalmaya başlamıştır. Gazete yönetimi, Oğuz Demiralp’in ona ekteki kendi sayfasından değil de Cumhuriyet sayfalarından ve onun yanında yanıt vermekte üstelemesine pabuç bırakmayınca, Kitap eki yayın yönetmeni Turgay Fişekçi ile ek yazarlarından Tahir Abacı “düşünce ve anlatım özgürlüğüne aykırı tutumu” nedeniyle gazeteden ayrılmışlardır. Ardından çeyrek yüzyıldır Şiir Atlası sayfalarında okuru dünya şiiriyle buluşturan, İngiliz şiiri, Yunan şiiri, Amerikan şiiri antolojileriyle şiirimiz için ufuk açıcı birikim ve katkılar sağlamış olan Cevat Çapan da ikilemden çıkışı gazeteden çıkışta görmüştür.

Gerçek şu ki, abesi muktebes kılan Kâhyaoğlu’na kimse bir şey demiyorken, yanlışlığın salgına dönüşmesini engelleme çabasındaki Özdemir İnce, Tahir Abacı’nın sosyal medyadaki yorumlarına kalırsa, meğer gazetedeki özgürlük ve hakikat karşıtı tutumun açığa çıkmasını da sağlamış. Oysa işin özü şu: Cumhuriyet’te semeri bile dövemezsin.