Pornografik ucuzlukta kadın duyarlığı

Neoliberal özgürlükçü kumaştan dokunmuş teorinin bir karikatürü, “Biz ne zaman bu kadar kötü insanlar olduk?” cümlesi. Bu cümledeki vicdan elektriklendiren üslup gerçeği ifade ediyor mu sorusunu sormanın ve cevap için, öz ile cümleyi, görünenle gerçeği, söz ile eylemi birbirinden ayrırmanın gerekli olduğuna herkes kanaat getirecektir sanıyorum.

Bu cümle, son birkaç senedir oldukça çok tekrarlanan bir slogan. Her slogan gibi bir teorik çıkarım aynı zamanda. Bu sloganın ifade ettiği gizli veya açık anlam, siyasal durumun gerçekliği ile kesin olarak doğrulanıyor mu? Kötülüğü, bütün belirleyenlerin dışında salt “biz”de arayan bu keskin “duyarlık” doğru güdülerle besleniyor mu?

Doğru güdülerle beslenmediği, bu sloganın bir kurnazlık olduğu, bugün, başrolünde yine Bavul dergisinin yer aldığı, sözde kadın sorununda bir farkındalık yaratmayı amaçlayan ama özde ucuz pornografik öykü derinliğinini yansıtan Aslı Tohumcu’nun kaleminden çıkan bir yazı sayesinde anlaşılmış oldu. “Ne zaman bu kadar” pornagrifik ucuzluğu kadın hakları, cinsiyet eşitliği duyarlığı olarak pazarlama ustası oldunuz –biz olmadık-, bir cevabı var elbette. Kendi pisliğinizi “biz”e bulaştırma “kurnazlığınız” belki işe yaracaktı ama, arkanıza aldığınız ideolojik rüzgâr kesildi, ortada kaldınız.

Okuyucuyu birinci şahış yapan “ben de…” kalıbıyla sunulan bir metin, “biz ne zaman…” kalıbının farklı bir ifadeyle aynısıdır. Bütün “ben”leri tacizin öznesi yapmak, “biz”leri kötülüğün parçası hâline getirmek, bir “farkındalık” yaratma yöntemi ya da “tacizin dili”yle yazma eyleminden çok kötülüğün kaynağından uzaklaşmanın ve bu uzaklıktan doğan kendi rolünü örtmenin müthiş keşfi olmalı.

Mesele, “tacizin diliyle yazma” eyleminin ötesinde anlamlar taşıyor benim açımdan. Kuşkusuz bu dil, taciz mağdurlarını incitmiş olmalı. Bir yazar, eserinde bunu dikkate almalı mı, almamalı mı; bu başka bir tartışma. Ortada gerçek bir edebi eser olmadığı için, bu tartışmaya girmek, benim için zül. Çünkü; giderek daha çok yozlaşan, yüzeyselleşen, sığlaşan bir kültür aracılığıyla kurulmuş bir “edebi iktidarın” açtığı sahada kokuşmuşluğu, çürümüşlüğü çarpık, ucuz bir estetikle sunan yazarlar ve eserler döneminin köküne kibrit suyu dökecek gerçek bir edebiyatın ayak sesleri yükseliyor bugün. Ben gözümü oraya dikiyorum.

Yaşadığı kötü olaylar sonucunda kendisini toplumdan izole etmiş ya da etmemiş kadınları kurdukları “Pazar”a meze yapmak için, cinsiyet altı her türlü parçacığı geri kalan herkese karşı saldırı ve üstünlük aracı olarak kullanmak; cinsiyetle öne çıkıp cinsiyet pazarlamak; bütün kötülüklerin anası kapitalist-emperyalist sisteme hiçbir zararı dokunmayan bir radikalliğe sığınarak ya anarşist ya nihilist ya da underground edebiyatın kötü bir müsveddesinin rotatifini işletmek… “edebi iktidarın” sahasından beslenenlerin dayattığı “okur kitlesi” tarafından alkışlanıyordu.

Evet, yalnızca estetik yargı dayatmadılar, dergiler, kitaplar dayatmadılar yalnızca; bir de okur kitlesi dayattılar…

Tüm sapkınlıkları sol adına estetikleştiren neoliberal özgürlükçü kumaştan dokunmuş teorinin “militanları”, “ben de” karikatürü ile “biz ne zaman” karikatürü arasında yeni değerler ürettiği, duyarlar kastığı varsayımını kabahatlerinden büyük özürlerinin altına çarşaf gibi serseler de, emperyalizmin küvetinde boğduklarını zannettikleri değerlerin nasıl da canlandığını görmüş oldular.

Demek ki iklim değişti; Aslı Tohumcu’nun başı sağ olsun.