Postmodern zorbalık ve ödünç yaşamlar

Ali Rıza Özkan’ın kurduğu, Zafer Bilgin’in yönettiği Gökyüzü Kültür Merkezi’nde bir yıl süreyle 30 kadar yazarın katıldığı toplantıların sonuncusunda Cemal Süreya’nın Papirüs’ünü Kaynak Y. olarak çıkarmaya karar verince, ilk iş olarak Ahmet Oktay’ı Göztepe’deki evinde ziyarete gitmiştik Doğu Perinçek’le 1994’te bir yaz günü. Balkonda karpuz ikram etmişti Oktay’ın ressam eşi. Sonra da acı kahvelerimizi içerken sadede geldik:
Yükselen popüler değerlere ve kitle kültürüne karşı Milliyet’in yanı sıra hemen tüm edebiyat ve sanat dergilerinde yazılarıyla etkili bir savaş yürüten Ahmet Oktay, emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni (YDD) ve küreselleşme çabalarıyla yürürlüğe koyduğu ılımlı İslam projesini ve Yeni Ortaçağ safsatalarını ince ince sergilerken, gericiliği yedeğine alarak yükselmekte olan postmodern yönelişlerin de altını çizmekteydi. Yıllar sonra, bir yazısında, postmodern zorbalık üzerine yazdığı binlerce sayfanın sonucunu şöyle vurguluyordu:
“... yapay bir kültürel cemaat oluşturuluyor ve o cemaatin ölçütleri, giderek başat konuma gelmiş gibi algılanıyor. Daha sonra ‘kültürel pazar’, bu ölçütlere uygun yapıtlarla dolduruluyor. Ve sonunda Herta Herzog’un bir yazısının adıyla söylersem, hepimiz, ‘ödünç alınmış yaşamlar’a sahip oluyoruz.”
Ahmet Oktay’ı yazı ve önerileriyle Papirüs yayın kurulunda görmek istiyorduk.

MODERNIZM VE EMEK
Bir köşeli parantez: Modern toplum; emek - sermaye, proletarya - kapitalist çelişkisi üzerine oturur, emeğin özgürleşmesi sürecinde ilerler. Üretici güçler, toplumsal ilerlemenin önünü açmakla kalmayıp itici rol de oynarken; kapitalizm sürekli yenilenen üretim araçları ve gelişmeye açık uyum yeteneğiyle hem kendini güvenceye alır, hem de emekçi sınıfların toplumsal mücadele içinde oluşturduğu karşı hukukla çelişkilerini sürdürülebilir boyutta tutmaya çalışır. Bu arada kendi dünya görüşü çerçevesinde durmadan ürettiği popüler değerlerin uzantısında toplumu kitle kültürüyle kuşatarak sınıf bilincini ve bireysel yaratıcılığı geçersizleştirip köreltmeye uğraşır. Nitekim çalışma süresi için işçinin dayattığı hukuka boyun eğmekle birlikte, onu örgütsel ve toplumsal etkinliklerden yalıtmak üzere, radyonun icadı ve ardı sıra her türlü iletişim araçları sayesinde emekçinin yaşamını denetme ve yönlendirme gücünü kazanır. Otomasyon ve tekelleşme aşamasında insana -yaratıcı ve özgür bireyliğini silerek- dayattığı zoraki kimlik biçimleri ve gayriinsani koşullar, toplumsal bilincin öncüsü aydın ve sanatçılarda bu baskıcı evrilmeyle daha köklü savaşma duygusu uyandırır; insanın doğal yetilerinin silinmesi niyetlerini teşhir amacıyla düşünsel ve sanatsal yaratıcılığı doğaya dönüşe yönelterek korumacı kuramsal çalışmalara ve biçimciliğe ivme kazandırır.

GERÇEĞİN DÖNÜŞKEN ÖZELLİĞİ
Anımsayacak olursak, “Katı olan her şey buharlaşıyor” diyen Komünist Manifesto, burjuva toplumunun tüm değerlerini toptan eleştiriye uğratan en köktenci metindir. Nasıl ki Hegel tarih boyunca oluşmuş bütün felsefeyi eleştiri süzgecinden geçirip yüklenerek, kendi sistemine özümseyerek güncel tanımlarla geleceğe yönlendirdiyse, Marx da burjuva modernizmini akılcılığıyla birlikte toptan eleştiriden geçirmiştir. Bunu yaparken modern toplumda doruklaşmış bütün bir tarihsel birikimi üstlenen insanı veri alarak işe koyulmuştur. Özne olarak burjuva akılcılığı yerine diyalektik aklı önerirken modernizmi eleştirmiş; başta Hegel olmak üzere Spinoza, Rousseau, Diderot ve Feuerbach’ın aydınlanma geleneğinin yanı sıra Demokritos, Epiküros, Herakleytos, Platon ve Aristo’nun düşünsel ilkeleriyle hesaplaşarak onları içelleştirme bağlamında modernizmi sahiplenmiş, gerçeğin devrimci ve dönüşken ırasının diyalektik ve tarihsel materyalizmde yansımasını sağlamıştır.
İşte Postmodernizm, insanlığın evrensel kazanımlarının doruklaştığı aşama olarak modernizmi Soğuk Savaş sürecinde ve YDD sonrasında, toptan yıkıp silmeye, bütün insanlık birikimini tüketmeye, insanlığı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’ın hurafeleriyle düşünsel ve sanatsal yönden kuşatmaya niyetlenir. Modernizmin kötülüklerini aşmak ve insanlığı esenliğe taşımak yerine, insanı, sözüm ona “aklın faşizminden ve kuralların zorbalığından kurtarıp ilkel doğasıyla buluşturmak üzere” tarihsel yerinden ederek bulunduğu toplumsal konumlardan içgüdüsel varlığa geri çekilmeye zorlar. Parantez kapandı.

MODERNIZMIN BILEŞENLERI
Bu gerçekler ışığında, yükselen postmoder değerlere karşı emeğe dayalı demokratik birikimi yaşamın en uç noktalarında savunmak üzere Papirüs Dergisi’nin hazırlıkları sürerken, Doğu Perinçek, aydınların konuya dikkatini çekmek amacıyla Seyyit Nezir’e Tepebaşı’ndaki TÜYAP Kitap Fuarı’nda (Kasım 1994) “Modernizm ve Türkiye” konulu bir paneli hazırlamasını önerdi. Arslan Başer Kafaoğlu, Doğu Perinçek, Enis Batur ve İlhan Selçuk’un konuşmacı olarak katıldıkları, S. Nezir’in yönettiği panelde, “insanlığı uzun bir karanlık çağa sürüklemeyi tasarlayan emperyalizmin postmodern hurafelerine karşı aydınlanma geleneğinin değerlerini yüklenerek emeğin özgürleşme sürecinden yana düşünsel, sanatsal, ekonomik ve politik bileşenleri yeni bir amaç için mayalama girişiminin gereği” vurgulandı.
Bugünden bakınca, o panelin öngörülerinin çeyrek yüzyıl sonra daha da bir derinlik kazandığını görüyoruz.