Rekin Teksoy’un ardından-(TAMAMI)
Türkiye’deki sinema yazarlığı alanında en önde gelen isimlerden biri olan ya da bu mesleğin gerçek anlamdaki duayenlerinden Rekin (Teksoy) Abi’de aramızdan sessizce ayrılıp gitti. Sessizceyi sözün gelişi kullanıyorum, zaten, bütün ölümler sessizce olmaz mı? O ise uzun bir süre bedenini hırpalayan hastalıkla mücadele etmek zorunda kalıp direndi. Ama ölüm, er-geç yaşamın bir yerlerine noktasını koyuveriyor. Tıpkı, filmler gibi. Geride yalnızca o filmin izlendikten sonraki bizler üzerinde bıraktığı duygusu, niteliği kalıyor. Belki de yaşamla filmler arasındaki en temel fark, yaşamın filmlerdeki gibi geri dönüşleri olmaması...
Rekin Abi’nin tıpkı Nijat Özön gibi orta ve genç kuşak sinema yazarlarının üzerinde büyük bir etkisi vardı. Ya birilerinin elinden tutmuş, yüreklendirmiş, ya da geride bıraktığı yapıtlarla onların yaşamını sinemadan yana çevirmiştir. Eğitmenliği ya da TV’de hazırladığı o güzelim programlar, yalnızca sinema yazarlarının yetişmesinde ya da beslenmesinde değil, onun da ötesinde iyi bir seyircinin oluşmasında da çok büyük katkıları olmuştur denebilir.
Nijat Özen, Tuncan Okan gibi Rekin Teksoy’un da benim üzerimde bir çok emeği olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ilk kitabımı -buna ne kadar kitap denirse tabii- yazmamda onun beni yüreklendirici tavrını hiçbir zaman yadsıyamamam. Bu kitabın yapılış nedeni de, yapılış serüveni kendi başına ayrı bir hikaye...
Rekin Abi 70’li yıllarda Türkiye’deki ilk sinema Ansiklopedisi sayılan Arkın Sinema Ansiklopedisini çıkarmaya heveslendi. Ve bir süre sonra da bu hevesini gerçekleştirme yoluna koydu. Dört ciltlik, tercümeye dayanan- kimi maddeleri ise telif olarak yazılan- devasa bir projeydi. Ansiklopedi çılgınlığı yaşandığı bir dönemde bu ansiklopedinin de hem ilgi göreceği, hem de tirajının biraz yüksek olacağı öngörülüyordu. Ama öyle olmadı. Oysaki Atilla Dorsay dostumuz Cumhuriyet’te, ben ise Yeni Ortam’da bu ansiklopedinin yaşaması için belki de onlarca haber yapmamıza rağmen, çok satmadı. Derken dört cilt çıkacağı ilan edilen ansiklopedi ancak iki cilt halinde çıktı ve yayınına son vermek zorunda kaldı. Aynı dönemde çıkan Hayvanlar Ansiklopedisi 40 bin satarken, nedense bu ilk ve içerik olarak oldukça tutarlı ve zengin olan bu ansiklopedi ancak - yanılmıyorsam- ya 500, ya da 750 tane satabildi.
Her hafta fasiküller halinde çıkan bu ansiklopedinin arka kapağında bir de rahmetli Erman Şaner ile Ziya Metin’in yaptıkları, yerli ve yabancı sinema adamlarının biyografilerinden ve filmografilerinden oluşan bir ikinci ansiklopedi yer alıyordu. Ama ana ansiklopedi dört cilt yerine iki cilt olunca, bu ansiklopedi de yarım kalmış oldu. İkinci ciltte ancak G harfine kadar gelmişti. Son üç fasikül daha yayınlanacaktı ki, bu üç fasikülde G ile Z harflerini arasını ne denli özetlerseniz özetleyin sığdırmak mümkün değildi. Tabii ki Ermen ve Ziya abiler buna itiraz etmişler ve bu işi yapamayacaklarını söylemişler. Rekin abi bu işi benden rica etti. Hem de bir gecede yazmamı. Ve oturup yazdım. Sonraları bu da kitap halinde yayınlandı. A’dan G’ye kadar 50 sayfa, G’den Z’ye kadar ise ancak 10 sayfa. Bu benim ilk kitabım olmuştu.
Bir de Rekin Abi’yle birlikte Tunus’taki Kartaca Film Festivali’ne gitmiştik. Hiç unutmamam, festivalin programında, bu yılki Cannes Film Festivali’nin jüri başkanı İtalyan yönetmen Nanni Moretti’nin toplu gösterisi vardı. O, Moretti’nin tüm filmlerini hiç üşenmeden, hem izledi hem de anında kulağıma çevirisini yaparak benim de anlamamı sağladı. Bana hem Moretti’yi tanıttı, hem de hiç unutamayacağım bir abilik yaptı.
Bir yaşamdan geriye bunlar kalıyor. Bir de yazdıkları çevirdiği o büyük kitaplar. Hep iyi şeyler... Onu asla öldürmeyen, hep yaşatacak dostluklar, ciddi bir olguyu ironik, ironik bir olguyu ise ciddi bir şekilde anlattığı o kendine özgü üslubu, abilikler, insan gibi insan olmanın o güzelim duyguları.
Uğur Vardan’ın dediği gibi, mekanı Cennet Sineması olsun...