Resterasyon mu, tahribat mı?
Türkiye’de restorasyon adına yapılanlarla, çoğunlukla çocuk ya da magazin dergilerinin en arka sayfalarındaki bulmaca bölümünde yer alan iki resim arasındaki 7 ya da 11 farkı bulun oyunu arasında şaşırtıcı bir benzerlik vardır. Aralarındaki tek fark ise; bizde restorasyonu yapılan binalarla aslı arasında değil tek farkı bulmak, bir tek benzeri bulmak bile pek mümkün değildir.
Genel bir tanımlama ile restorasyon; yalnızca bir yapıyı ayakta tutmak demek değildir. Restorasyon, o yapıyı var eden ve hem şimdi hem de gelecekte başvurabileceğimiz tarihsel kanıtları, verileri bozmaksızın gelecek kuşaklara aktarmak demektir. Yazımızın başlığını aynen alıntı yaptığım Uğur Tanyeli ile Aykut Köksal’ın yıllar önce aynı konuda kaleme aldıkları bir yazıda, bu tanım yapıldıktan sonra aynen şunlar yer alıyor: Restorasyon adında yaptığınız binaları bozuyorsanız ayakta tuttuğunuz yapı için gelecekte sizi kimse hayırla yad etmeyecektir. Çünkü artık o yapı “o yapı” değildir. Onun içindir ki, restorasyon, hele hele benzersiz önemdeki yapıların restorasyonu, mühendislere, müteahhit firmanın insafına, kimi belediye yetkililerinin kayıtsızlığına, Vakıflar’ın duyarsızlığına emanet edilmeyecek kadar önemlidir.”
Ama bizde tam tersi oluyor. Uzmanı olmayan kişi ve kurumlar tarafından restorasyon adı altında yapılan binaların yüzde 99’u değil, inanın yüzde yüzünün bir öncekiyle hiçbir ilgisi, hiçbir benzer yanı olmuyor. Bu olmayış, sanki bir gelenekmiş gibi de inatla, tüm eleştiri ve karşı koymalara rağmen büyük bir pişkinlik ve umursamazlıkla da sürdürülmeye devam ediyor.
Örnek mi? O kadar çok ki…Daha dün Gaziantep’in Araban ilçesinde bulunan Antik Roma dönemine ait 19. Asır önce inşa edilen Septimius Severus Köprüsü’nde yapılanlar… İnanın yalnızca bu bile dünya da –İspanya’daki bir aziz tablosunu onarıp bozan yaşlı bir kadının yaptığı ile birlikte- restorasyon adı altında yapılan onarımlar içinde “katliam” olarak rekorlar kitabına geçecek düzeydedir. Çünkü bu tarihi eseri sözüm ona orana kişiler ellerinden geleni hiç esirememiş, yapının daha sağlam olması için cepheyi bildiğimiz fayans ile döşemişlerdir. ama bununla da yetinmemişler, bir de tarihi köprüye kendilerince bir şekil vererek teras bile yapmışlardır.
Bu konuya ilgi duyan bir dostumuz üşenmemiş “Restorasyon konusunda adeta bir dünya markası olduğumuzu” kanıtlamak için, bunun gibi, değil Türkiye’de dünyada bile örneklerine rastlanmayacak garip restorasyon adı altında yapılanları bir bir örneklemiş. .
İlk sırada-artık bu konunun başyapıtı olan ve haklı olarak Sünger Bob’a benzetilen Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi var. İkinci sırada ise 1591 yılında Beyoğlu Fındıklı’da Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilen sekizgen planlı camii. Bu camide yapılanlar ise akıl almaz cinsten. Sözüm ona restorasyon adı altında yalnızca caminin sekizgen planı değil değiştirilmemiş, duvarları camla –eğer yineliyorum cam’la- kaplanarak AVM’lere benzetilmiş.
Tekfur sarayı, Anamur Mamure Kalesi, 1844’de Fatih’de inşa edilen Mesnevihane Camii, Mimar Sinan’ın son yapıtı olarak bilinen Atik Valide Külliyesi’nin şifahanesi, Ayasofya Orhan Camii, Hatay Arkeoloji Müzesi Mozaikleri , İshak Paşa Sarayı, Antiphellos Antik Tiyatrosu ve bunlar gibi bir çoğu.
Geçen hafta yazmıştım. Şimdi de Suriye’deki tarihi eserlerin restorasyonuna başladık diye…. Gel de söyleme…. İnsanlık mirası adına, geçmişe duyulan saygı adına kısacası Allah aşkına, bizimkileri yok etiniz, bari onların tarihi eserlerini rahat bırakınız… İnanın; savaşın yaptığı tahribat, sizin restorasyon adı altında yaptıklarından çok daha az yok edici…