Roma’da İtalyan tıbbını da yendiler
1960 Roma Olimpiyatları’nda güreşçilerimiz unutulmaz bir destan yazdılar. 7 altın ve 2 gümüş... Bu başarı bugüne değin aşılamadı. Yazık ki yedi altın madalyanın bugün düşlerini kurmak bile zor. Bizim Rio’da madalya umudumuz gene de bu ata sporunda, en büyük umudumuz güreşçilerimiz... Hadi Taha, hadi Rıza, hadi Çebi diyeceğiz. 1960 Roma Olimpiyatlarıyla ilgili bir yanlış değerlendirmeyi Metin Tükenmez aracılığıyla öğrendim. 27 Mayıs ihtilali yüzünden sporcuların Roma’ya iyi hazırlanamadan gittikleri yorumunu yapan yazarlar var. 7 altın 2 gümüş madalyanın iyi hazırlanmadan kazanılması olası mı? 1960 kuşağı, 1948 Londra şampiyonlarını örnek aldılar, Celal Atik’lerin, Yaşar Doğu’ların kahveleri, sokakları, köy odalarını süsleyen, ay yıldızlı mayoyla çekilmiş fotoğrafları önünde şampiyonluk düşleri kurdular, onlar gibi olmak için güreşe başladılar; bu kuşağın öğrencisi oldular, kimiyle de minderde rakip oldular. 1960 kuşağını, 1948 kuşağı yarattı diyebiliriz. Roma’da Basilica di Massenzio’da, minderden şampiyon olarak inen yedi altın adam, terlerini Londra kahramanlarının, Celal Atik’lerin, Yaşar Doğu’ların omuzlarında kuruttular. Onların sıradışı öykülerini anlamak için, Neşter ve Madalya kitabımın hazırlıkları sırasında yüzlerce insanla görüştüm. Görüştüğüm kişiler arasında Federasyon Başkanı Vehbi Emre’nin yardımcısı Fethi Gürsoytrak da vardı. Fethi Bey, 27 Mayısçılardan Süphi Gürsoytrak’ın kardeşidir. Maarif Koleji mezunu, iyi dil bilir. Beden eğitimi öğretmeni, güreş yaptığı yıllardan kalan boynundaki sakatlık izi belliydi. Roma Olimpiyatlarından önce, kamp hazırlıkları yaklaşırken, DP’ye yakın olan bir grup Hasan Bozbey’i, Vehbi Emre’nin yerine federasyon başkanı yapmak için harekete geçmişlerdi. Tam bu sırada 27 Mayıs ihtilali oldu, bu değişiklik gerçekleşmedi, Vehbi Emre-Celal Atik ekibi yerinde kaldı, ihtilal bu ekibin yerini sağlamlaştırdı. Güreş çevrelerini iyi bilen Fethi Gürsoytrak 27 Mayısçılara yakın biri olarak geldi Emirgan kampına. Celal Atik-Yaşar Doğu grubu arasındaki dengeyi sağladı. Kendisini “antrenmancı” sanıp kamptan ayrılmak isteyen İsmet Atlı’yı vazgeçiren de odur. Özellikle 87 kiloda, her iki stilde de ulusal mayo güreşçiler arasında gitti geldi; bu seçmelerde güreşçiler yalnız ter değil, gözyaşı da döktüler. Sonunda en doğru takım seçildi. Bunda ihtilalle gelen yöneticilerin payı vardır.
Roma’da bütün otoriteler 4 güreşçinin tahtından indirilemeyeceğini söylüyorlardı: Tahti, Polyak, Kartozya, Mustafa Dağıstanlı... Tahti’nin boğa gibi dalışlarını Atlı boyunduruklarla durdurdu, iki kez de arkasına geçti, öyle sarıldı ki Tahti’ye, beş cerrah elinde neşterle ayıramazdı iki bedeni. Alta düşen, yenilgi tanımayan Tahti’nin yumruğu güm diye minderde patladı. Güreş severler Roma’da bir sineğin bir kartalı yere vurmasına tanık oldular âdeta. Genç güreşçimiz T. Kış, Kartozya’yı 12 dakika dut silkeler gibi silkeledi, koca kurdun gücünü emdi âdeta, sonunda ayaklarının dibine düşürdü. Ya Müzahir Sille? Maçlardan üç gün önce solutmaz bir karın ağrısıyla hastaneye kaldırıldı, İtalyan doktorlar apandisit tanısı koydular, ameliyat olacak dediler, güreşir raporu vermediler. Cerrah olan Türk doktor şöyle söyledi güreşçimize: “Ben minder kenarında elimde neşterle bekleyeceğim, sana bir şey olursa orada ameliyat eder kurtarırım.” Mindere her seferinde iki rakiple çıktı güreşçimiz, biri karşısında, biri karnında... 4 yıldan beri yenemediği Macar Polyak’ın iki çırpmayla işini bitirdi. Rakipleriyle birlikte tıbbı da yendi güreşçimiz. Otoritelerin tahtından indirilemeyeceğini söyledikleri 4. güreşçi zaten Türk’tü, Mustafa Dağıstanlı yerini korudu, ikinci kez olimpiyat şampiyonu oldu. Roma’da bazen üç minderde birden öteki diller sustular, sevincin, coşkunun, utkunun dili yalnız Türkçe oldu, “Türkiye!” diye bağıranlar kazandılar; güreşçilerimiz yalnız rakiplerini değil, İtalyan tıbbını da yendiler. Rio’da bakalım neler olacak?