Romanda ‘Aydın’ca bakış

Romancılığımızda öteden beri aydınca bir bakış egemendir. Anlatıcı/yazar ele aldığı, yöneldiği konuyu anlatmada bu bakışını romanının odağında tutar. Öyle ki; biz, okur olarak, onun neyi/niçin/neden yazdığını sorgularken ilkin bu düşünceleriyle yüzleşiriz.
Roman, bir edebi tür olarak bizde ülkemiz gerçeğini yansıtma/gösterme/aydınlatma işlevini üstlenmiştir öteden beri.
Bu anlamda yazarın/aydının Anadolu ile tanışması bu ayna tutma işlevini daha da önemsetmiştir.
Şu bir gerçek ki; bir imparatorluk mirasına sahip olsak da azgelişmiş bir ülkeyiz. Emperyal olabilmişiz ama sömürgeci olamamışız. İşgaller geçirmişiz ama ancak bağımsızlık mücadelesiyle ulus-devlet kurabilmişiz. O yıkıntılardan, derme çatmalıktan çağdaş bir ülke kurma yolculuğuna çıkmışız.
Bir yanda “Devlet-İstanbul”, ötede “Müstemleke-Anadolu” varken; Doğu-Batı arasındaki bocalamayı, uçurumu hep iki uçta yaşamışız.
Ne zaman ki aydınımız o iki gerçekliğe bakıp, tanıyıp anlatma yolculuğuna çıkıyor; işte o zaman Anadolu gerçekliğiyle yüzleşiyoruz.
Refik Halit Karay’ın “Memleket Hikâyeleri” ( 1919) böylesi bir tanıklığın ürünüdür.
Bu anlamda Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1932’de yayımladığı “Yaban” romanı yansıtılan gerçeklik, değinilen konu ve aydınca bakışın yansılarını getirmesi açısından dönem romanında bir başlangıçtır. Ki, anlatıcı/yazar bu yönelimin bakışını şöyle dillendirecektir:
“ ‘Yaban’, bir ruh sıtmasının, birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek paralayıcı haykırışıdır. Ve ben, Orta Anadolu viraneleri içinde dolaşırken yüreğime düşen odun yanığını, bundan yirmi yıl evvel yazıp neşrettiğim bir nesirde ilk defa o viraneler halkına şu hitabeyle ifade etmeye çalıştım: Barbarların Yaktığı Köy Ahalisine.”
Bu, bir bakıma, yazarın yüzleşmesinin vicdan sorgusudur da.
Romancının o sorguyla getirdiği tanıklık, Anadolu insanının gerçekliğini yansıtmayı içerdiği kadar, aydınca bakışının da yansımalarını içerir.
Cumhuriyet’in ilânından dokuz yıl sonra kaleme alınan, ama Sakarya Savaşı günlerine bizi döndüren roman bir hayal kırıklığını da anlatır.
Romanın yazıldığı dönem/zaman bir bakıma gelinen yerin sorgusuyla başlar. Bir bakıma Türk aydınının başarısızlığını gösterir “Yaban”. Tanıklığının eleştirelliği de buradadır işte.
***
1955’te yayımlanan Yaşar Kemal’ın “Teneke” anlatısı kasaba gerçekliğini anlatsa da; anlatıcının kırsal Türkiye’nin toprak sorununa bakışı ve köylülük durumunu, aydının yenilgisini anlatmasıyla dikkati çeker. Bir yüzleşme öyküsü olduğu kadar, dönemin tanıklığını yaparak, eleştirelliği önde tutar Yaşar Kemal.
Nitekim 1977’de yayımlanan “Hakkari’de Bir Mevsim” romanında Ferit Edgü; bu kez, aydınca bakışın köy gerçekliğine yaklaşımının ötesinde bir insanlık durumunu sorgulamasıyla dikkati çeker.
Biz, orada, ülkenin çağdaşlaşma serüveninin pek izlerini bulamasak da; yaşanan yerin ve insanın düşkün hali, düşüşteki durumunun gene aydın bakışıyla yansıtıldığını gözleriz.
Aradaki uçurumu/yabanlığı kaldıran tek şey; birbirini anlama ve ortak bir yazgıda buluşmadır.
Anlatıcı da bunu, kendisini bir “kazazede” olarak nitelendirir, şunları söyler:
“Burada yazılanlar, insancıl bir deneyin damıtılmış parçaları. Ola ki, bir gün, yolunu şaşırmış, ya da yolunu yitirmiş bir başka gezginin işine yarar.
Benim teknem, nerede, ne zaman battı, ansımıyorum, kendimi bulduğum yer, sonradan Turizm Rehberi’nde okuduğum ve şu sözcüklerle anlatılan yere çok benziyordu...”