Romantik Bir Muamma: Çağdaş Sanat
Tek bir insan ya da bir araya toplanmış, toplanmanın hukukunu benimsemiş bir toplum / ulus yeni ve kritik bir durumla karşılaştığında ya da daracık bir zaman ve aralıkta tarihsel olarak sıkışıp kaldığında siyasi, ahlaki ve kültürel olarak ne yapmalı? Bugünkü sorum da bu olsun. Yine “sanat” ile “çağdaş sanat” arasında ne fark var ve bununla soru arasında ne ilişki var? Fark nereden ve neyden kaynaklanıyor? Ne yazık ki bu soruya işin içindeki çoğu anlı şanlı uzman bile yeterli bir cevap üretebilmiş değil henüz.
YENİ ANLAMLAR GETİRMEK
Her şeyden önce “sanat” yine de genel bir kavram. Öyle olduğu için de hayatlarımızda ya da neoliberal küresel kirli ve kanlı saldırılar karşısında hep muğlak... Besim F. Dellaloğlu'nun cuk oturan kavramı gibi romantik bir muamma olarak duruyor. “Çağdaş sanat” çok daha öyle!
Öyleyse bu çağdaş “romantik muamma”ya tıpkı bir kalp cerrahı gibi bir neşter atmanın, oradan bir çıkış kapısı aralamanın zamanı gelmedi mi? Bir önceki yazımın acil sorusu “çağdaş sanat ne yapar”dı ve de toplumsal ütopyaları olan bizler ondan başka neler yapmasını ummaktaydık? Peki çağdaş sanat ve sanatçı kendisinden yapması umulanı yerine getirmek zorunda mı? Getirse fena mı olur? Tıpkı birilerinin hamur yoğurup fırını yakıp bizlere ekmek yapması, birilerinin de çorba kaynatması gibi. Bir başkasının midelerimizi ya da teklemeye başlayan kalplerimizi tamir etmesi; başka birilerinin sokaklarımızı süpürmesi, başka birilerinin de sürekli ilerleyen hayatın ve dünyanın üzerimize neler neler yazmaya çalıştığını hissedip anlayabilmemiz, yeni yeni duyumlar, çözümler kurabilmemiz için bizlere yeni düşünce içerikleri, kavramlar, formlar, anlamlar getirmesi lazım. Bir sanatçıyı buna mecbur tutamazsınız! Ama bunu yapsa iyi olmaz mı? Zihnimizi, içimizi kim yeniden yeniden düzenleyecek; iç yıkıklarımızı, yaralarımızı kim iyileştirecek?
Öyleyse bu çağdaş “romantik muamma”ya tıpkı bir kalp cerrahı gibi bir neşter atmanın, oradan bir çıkış kapısı aralamanın zamanı gelmedi mi? Bir önceki yazımın acil sorusu “çağdaş sanat ne yapar”dı ve de toplumsal ütopyaları olan bizler ondan başka neler yapmasını ummaktaydık? Peki çağdaş sanat ve sanatçı kendisinden yapması umulanı yerine getirmek zorunda mı? Getirse fena mı olur? Tıpkı birilerinin hamur yoğurup fırını yakıp bizlere ekmek yapması, birilerinin de çorba kaynatması gibi. Bir başkasının midelerimizi ya da teklemeye başlayan kalplerimizi tamir etmesi; başka birilerinin sokaklarımızı süpürmesi, başka birilerinin de sürekli ilerleyen hayatın ve dünyanın üzerimize neler neler yazmaya çalıştığını hissedip anlayabilmemiz, yeni yeni duyumlar, çözümler kurabilmemiz için bizlere yeni düşünce içerikleri, kavramlar, formlar, anlamlar getirmesi lazım. Bir sanatçıyı buna mecbur tutamazsınız! Ama bunu yapsa iyi olmaz mı? Zihnimizi, içimizi kim yeniden yeniden düzenleyecek; iç yıkıklarımızı, yaralarımızı kim iyileştirecek?
BİR DİRENME ENSTRÜMANI
Marksist tarihçi Eric Hobsbawm (1917- 2012), ölmeden önce (90 yaşında) çağdaş sanatın önemli küratörlerinden Hans Ulrich Obrist ile yaptığı bir söyleşide, “bütün hayatını, unutmaya karşı bir protesto, bir direniş” olarak tanımlamış.
Belki çoğumuz için böylesi bir tanımlama tarih ve felsefe dışı gelebilir hatta “romantik “bile bulunabilir. Ne var ki sonuçta o da bizler gibi bir “ölümlü” ama aynı zamanda bir tarih ve ütopya kuramcısı. Üstelik de bilinçli bir çağdaşımız...
Genel olarak “sanat”ın tarihsel zamana karşı unutmama ve bir bellek kurma direnişi, “çağdaş sanat”ın ise bu direnişin yanı sıra bir “ölümlü”nün bir tür geleceği önceden ve yeniden “yazma” enstrümanı olduğunu söyleyeceğim. Nitekim kimi sanatçılar ve sanat yazarları sanatın bir tür “iyileştirici”, “kurtarıcı”, “kurucu” bir misyonu olduğuna inanır. Kimileri de öyle demeseler de öyleymiş gibi hisseder.
Sanat insana / topluma gerçekten de kurtarıcı bir şifa sunabilir mi? Elbette bir hastalığa karşı bir doktorun ya da ilacın iyileştirici etkisi sanatta aranırsa sonuç hüsran olabilir. (Bana kalırsa bir ilaç ne kadar iyileştirirse sanat da o kadar iyileştirir!)
Soru, sanatın devrimciliği için de geçerlidir. Yine bana kalırsa sanat esas olarak devrimci bir eylemdir fakat bu “devrimcilik” salt siyasi bir devrimciliğe indirgenirse bir mastürbasyondan öteye geçmez. Sanatın devrimci olması siyasi ideoloji ile ilgili olmaktan çok, içinde onları da barındıran dilsel, kavramsal, duyumsal bir umut taşımasıyla ilgilidir.
Öyle de olsa zamanımız filozofları arasında “çağdaş sanat” diye tanımlanan yeni çalışmaları anlayan, olumlayan çok az isim var.
Öyleyse neden? (Gelecek yazıya)
Belki çoğumuz için böylesi bir tanımlama tarih ve felsefe dışı gelebilir hatta “romantik “bile bulunabilir. Ne var ki sonuçta o da bizler gibi bir “ölümlü” ama aynı zamanda bir tarih ve ütopya kuramcısı. Üstelik de bilinçli bir çağdaşımız...
Genel olarak “sanat”ın tarihsel zamana karşı unutmama ve bir bellek kurma direnişi, “çağdaş sanat”ın ise bu direnişin yanı sıra bir “ölümlü”nün bir tür geleceği önceden ve yeniden “yazma” enstrümanı olduğunu söyleyeceğim. Nitekim kimi sanatçılar ve sanat yazarları sanatın bir tür “iyileştirici”, “kurtarıcı”, “kurucu” bir misyonu olduğuna inanır. Kimileri de öyle demeseler de öyleymiş gibi hisseder.
Sanat insana / topluma gerçekten de kurtarıcı bir şifa sunabilir mi? Elbette bir hastalığa karşı bir doktorun ya da ilacın iyileştirici etkisi sanatta aranırsa sonuç hüsran olabilir. (Bana kalırsa bir ilaç ne kadar iyileştirirse sanat da o kadar iyileştirir!)
Soru, sanatın devrimciliği için de geçerlidir. Yine bana kalırsa sanat esas olarak devrimci bir eylemdir fakat bu “devrimcilik” salt siyasi bir devrimciliğe indirgenirse bir mastürbasyondan öteye geçmez. Sanatın devrimci olması siyasi ideoloji ile ilgili olmaktan çok, içinde onları da barındıran dilsel, kavramsal, duyumsal bir umut taşımasıyla ilgilidir.
Öyle de olsa zamanımız filozofları arasında “çağdaş sanat” diye tanımlanan yeni çalışmaları anlayan, olumlayan çok az isim var.
Öyleyse neden? (Gelecek yazıya)