Ruanda Soykırımı ve Macron’un itirafları

Ruanda’da Soykırımın 30. yılında 6-7 Nisan tarihlerinde anma törenleri düzenleniyor. Afrika’nın yakın tarihi milyonlarca insanın canına mal olmuş kapitalist sömürgeciliğin ve emperyalist saldırganlığın örnekleriyle dolu. Emperyalist çıkarları gereği, yüzlerce yıl barış içinde yaşayan toplumları etnik ve dini gruplara bölüp birbirine kırdırmışlar. Bunun en kanlı örneği de 1994’te Ruanda’da yaşanan soykırımdır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı’ndan sonra 20. yüzyılın sonunda meydana gelen en kanlı ve en vahşi katliam olan Ruanda Soykırımı’nda BM rakamlarına göre 800 bin insan yaşamını yitirdi.

MACRON: ‘ENGELLEYEBİLİRDİK, İRADE GÖSTEREMEDİK’

Ruanda’da Fransa’nın oynadığı rol artık genel bir kabul görmektedir. Elysee Sarayı’nın anma törenlerinden 2 gün önce, 4 Nisan'da yaptığı açıklamada Fransa'nın müttefikleriyle birlikte "soykırım engellenebilirdi" ancak "irade gösterilmediği" ifade edilse de Fransa hâlâ resmen soykırımcılara destek olduğunu, silah verdiğini ve onları eğittiğini kabul etmiyor.

Cumhurbaşkanı Macron 2021’de yaptığı Ruanda ziyaretinde, 1994’de yaşanan soykırımda Fransa’nın “ezici bir sorumluluğunun olduğunu” kabul etmişti. Elysee Sarayı geçen hafta perşembe günü Emmanuel Macron'un “Batılı ve Afrikalı müttefikleriyle birlikte soykırımı durdurabilecek olan Fransa'nın bunu yapacak iradeye sahip olmadığını” düşündüğünü açıkladı.

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) Fransa tarafından atılan bu yeni adımı memnuniyetle karşıladığını açıkladı. FIDH Onursal Başkanı Patrick Baudoin, bu adımın dönemin askeri ve siyasi liderlerinin yargılanmasına yol açacağını ifade ediyor. Survie derneği 2005 yılında Fransa'da "soykırıma suç ortaklığı" suçlamasıyla dava açtı fakat mahkeme tarafından reddedildi. Derneğin avukatı Eric Plouvier'e göre, “Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın yardımcılarıyla birlikte dönemin Genelkurmay Başkanı da dinlenmelidir”. Survie'ye göre “Cumhurbaşkanı Macron’un açıklamalarıyla birlikte, Fransız kuvvetlerinin 1994 yılında kurbanları gönüllü olarak kaderlerine terk ettiği artık kanıtlamıştır”.

EMPERYALİZMİN İMAL ETTİĞİ İKİ SOSYAL GRUP: HUTULAR VE TUTSİLER

Ruanda, Orta Afrika’nın kalbinde yer alan Afrika’nın en küçük devletlerinden biri. Ruanda’da aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan ve siyahi olan Hutular ve Tutsiler barış içinde bir arada yaşıyordu. Sosyal konumları itibarıyla daha zengin olan Tutsiler önce Almanlar (1895), daha sonra sömürgeci Belçika (1918) tarafından üstün ırk olarak topluma kabul ettirildi. Hutular ise eğitimsiz bırakıldı ve toplum içinde ayrımcılık körüklendi. Aynı toplumun iki sosyal grubu, iki ayrı ‘etnik’ gruba dönüştürüldü. Öyle ki insanların Hutu veya Tutsi olduğunu gösteren kimlikler bile verildi. Aynı etnik kökene sahip olan bu iki grup ayrı etnik gruplarmış gibi birbirine düşman edildi.

Belçika’nın desteklediği ve iktidarda olan Tutsiler, Hutulara baskı uyguluyordu. 1960’ta Cumhuriyet’in kurulması ve bağımsızlığın ilan edilmesiyle çoğunluk olan Hutular iktidara geldi. Bu kez Tutsiler öldürülmeye başlandı. 30 yıl boyunca cehennem hayatı yaşayan Tutsiler Uganda’da kurdukları ‘Ruanda Yurtseverler Birliği’ önderliğinde kuzeyden ülkelerine girerek Hutu İktidarına karşı bir savaş başlattı.

SOYKIRIMDA SOSYAL DEMOKRAT MİTTERRAND’IN SORUMLULUĞU

Belçika’nın Ruanda’dan ayrılması üzerine boşluğu Fransa doldurmuştu. 1990 ve 1994 yılları arasında Ruanda’nın başında bulunan Hutu Habyarimana, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sosyal Demokrat François Mitterrand’ın yakın dostuydu. Hutular ve Tutsiler arasındaki iç savaşta Fransa, ülkedeki çıkarlarını korumak için bir Hutu olan Habyarimana’yı destekledi. Soykırım devam ederken, Fransa Hutu ordusuna silah sevkiyatını sürdürüyor ve orduyu eğitmeye devam ediyordu. 1990’da başlayan iç savaşı Fransa’ya rapor eden konsolosluk ve istihbarat elemanları “iktidarın Tutsileri katlettiğini ve katliamların soykırım riski taşıdığını” bildirmelerine rağmen, Mitterrand iktidarı bütün olanlara kulağını tıkamıştı.

7 Nisan 1994’te Ruanda Devlet Başkanı Habyarimana’nın uçağının düşürülmesiyle Tutsilere karşı 100 gün sürecek olan soykırım başladı. 2010’da Ruanda Hükümeti’nin hazırladığı raporda, “Devlet Başkanı Habyarimana’nın uçağı, bölgenin kontrolünü elinde bulunduran Ruanda Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup tarafından Kanombe Kışlası’ndan fırlatılan iki füzeyle düşürülmüştür” ifadesi yer aldı. Bu kışlada Fransız askerlerinin Ruanda askerlerini eğittiği biliniyordu. Başkan’ın ölümü Hutulara Tutsileri katletme bahanesi yaratmıştı.

Senaryo hep aynıydı: İç savaş tetiklenmiş ve bu iç savaşı durdurmak için de BM nezdinde görev Fransızlara verilmişti. Sözüm ona Tutsileri korumak için Ruanda’ya gelen Fransız askeri, iktidardaki Hutulardan yana davranmış ve yüz binlerce Tutsi’nin katledilmesine seyirci kalmıştı. Yakın tarihe ‘Ruanda Soykırımı’ olarak geçen bu katliamlara Fransa, açıktan ortak olmuştu.