Ruhumuzu kemiren güveler...
Doktor Benimle Kafa mı Buldu?” başlıklı yazımda sürücü belgesi değiştirme işinin daha sağlık raporu alma aşamasındaki sıkıntılarını yazmıştım.
Sağlık raporunu şu ya da bu biçimde hallettik, daha doğrusu hallettiğimi sanıyorum. Siz asıl nüfustaki eziyeti bir görün.
Yusuf Ziya Ortaç, bundan 50 yıl önce yazdığı bir yazısında içinde bulunduğumuz düzenin karşımıza çıkardığı küçük gibi görünen olayların, aslında birike birike ruhumuzu kemiren güvelere dönüştüğünü yazıyordu.
Yazık ki son zamanlarda ruhumuzu kemiren bu güveler daha da çoğaldı. Bizi her gün kuyruktan kuyruğa iten bir yaşam biçimi nerdeyse kaçınılmaz oldu ve kurtulamıyoruz. Yaşımız başımız ne olursa olsun, düzen bizi bu eziyet kuyruklarına bir biçimde çekiyor. Biri bitmeden yenisi çıkıyor karşımıza. Sürücü belgesi değiştirme zorunluluğu bunlardan sadece biri.
Şu günlerde nüfus dairelerinde yurttaşlarımızın yaşadığı sıkıntılar, gördüğü eziyetler anlatılır gibi değil. Öyle bir hengâme yaşanıyor ki, oradaki görevlilere de acıyorsunuz.
Başlamışken devam edeyim.
Alo 190 telefon hattından aldığım randevuya uyarak 28 Aralık günü randevu saatinden epeyce önce yollara düştüm. Ankara/Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nün henüz binasını görmeden önündeki uzun kuyruğu gördüm. Bir zamanlar aynı yerlerde bir kitabevi vardı, önündeki uzun kuyruktakilerden birine ne kuyruğu olduğunu sorduğumda, “Aziz Nesin kuyruğu!” demişti gülerek. Keşke Çankaya Nüfus Müdürlüğünün önündeki kuyruk da kitapseverlerin kuyruğu, bir yazarın imza kuyruğu olsaydı.
NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜNDE AZİZ NESİNLİK İŞLER...
Aziz Nesin kuyruğu değil ama, yaşayacaklarımızın Aziz Nesin’ lik olduğu bir kuyrukta ben de yerimi alıyorum.
Zaman geçiyor, kuyruk yürümüyor. İlerideki kapıda kalabalıklar içinde kaybolmuş bir aletin başında duran zavallı bir memurdan sistemin çöktüğünü öğreniyoruz zar zor. Bekleyeceksiniz, yapacak bir şey yok. Çoğu insan umudunu kesip gidiyor. Ağır bir bronşit geçiriyorum. Bu eziyetli işten nasıl sıyrılacağımı bilemiyorum. Müdür Bey’e çıktım, ağır bir bronşit geçirdiğimi, bana bir başka gün ve saat için randevu vermelerini rica ettim. Kapıdaki hengâmeyi anlattım biraz. Kendimce bir çare önerdim. Müdür Bey emniyetten bu işleri alırken, emniyet amiri tavrını da almış sanki: “Sen hangi devirde yaşıyorsun?” diye çıkışıverdi. “Dışarıda iki yüz metreyi bulan kuyruğa bir bakın, hangi devirde yaşadığımıza siz karar verin sayın müdürüm!” dedim. Zar zor bir kırtasiyeciden bir kâğıt bulup dilekçe de sundum kendisine, ama bir Allah’ın kulu bana şu gün gelin diyemedi. Ertesi gün cumartesi, o uzun kuyruğa sabahın köründe gene girdim. Sıram geldiğinde benim durumumda olanların pazartesi günü gelmesi gerektiğini öğrendim. Yani boşa gelmişim, boşa beklemişim o soğukta. En üst katlarda yetkili olduğunu öğrendiğim bir hanımefendiye derdimi anlatmaya çalıştım, hasta olduğumu, bir gün önce dilekçe verdiğimi söyledim. Yaşı elliye yakın olmalı, sarışın bir hanım. “Dilekçeyi kime verdiyseniz ona gidin!” diye tersledi. Dilekçe kime verilir? Ya müdüre ya da onun sekreterine. Saf saf onları arıyorum. O gün cumartesi, ne müdür var ne sekreterleri... Bana olmayan kişileri aratıyorlar... Ayrıldım çaresiz, pazartesi günü gene caddeye taşmış uzun kuyruğa girdim. Kuyruk bitince makinenin başında sıra numarası veren görevli, benim bu kuyruğa değil, başka bir kuyruğa geçmem gerektiğini söyledi. Yani gireceğim asıl kuyruğu bile uzun bir kuyrukta bekledikten sonra öğreniyorum. Camlar var her tarafta, iki satırlık bir yazı yazılamaz mıydı? Geçtim öteki kuyruğa. Sonra bir başka kuyruğa... Sonunda kibar bir memurun karşısındayım. Belgelerimi uzattım. Sağlık raporuna bakınca, başını elleri arasına aldı memur. Öyle bir düşündü ki... Eyvah gene bir terslik var! Sağlık raporu üzerinde küçücük bir işareti gösterdi, gözlük takmadan göremeyeceğim minik bir işaret, doktorlardan biri koymuş. “Siz özürlü müsünüz?” dedi memur. Aman Allah’ım neyin nesi bu? Bir özürüm filan yok, sapasağlamım. Hadi gidin yanlış yeri işaretleyen doktor burayı düzeltsin. Çaresiz gene yollardayım. O işareti yanlış yere koyan, seksenlik doktoru buldum. Aa, öyle mi yapmışız, diye yaptığı işe şaşırdı. Düzeltti, tekrar koştuk nüfus müdürlüğüne. Aynı memur neyse ki bekletmedi bizi, işlemi tamamladı.
İşim bitti, aradan birkaç gün geçti. Nüfus Müdürlüğünden bana bir telefon... Bir hanımefendi, “Siz bir dilekçe vermişsiniz...” dedi.
Bu durumda köylüler gibi yanıt vereceksiniz ya, ben yapamadım.”Ananın hayrını gör!” derler ya bizim köylüler, o hikâyedeki gibi...
Not: 26 Ocak Cumartesi s.19.00’da HAMOY’un G.M. K. Bulvarı 107/1 Maltepe/Ankara adresinde kayıp dili, Saklı Sözlük’ü konuşacağım, kitaplarımı imzalayacağım. Onurlandırmanız dileğiyle...