Safa Önal’ın güvencesizliği

Yeşilçam dediğimiz olgunun temel direklerinden biriydi Safa Önal. Filme çekilen 395 senaryosuyla Guinnes Rekorlar Kitabı’nda yer almış, yönetmen olarak 22 filme imza atmış, bir eli yağda bir eli balda yaşayabilecekken, bulduğu her fırsatta, katıldığı her ödül töreninde, bıkmadan usanmadan telif hakları mücadelesini dile getirmişti.

Senaristi olduğu filmler her gün üçer beşer televizyon ekranlarında gösterilirken kendisine hiç telif hakkı ödenmediğini belirtiyor, “Onun içinden bana vereceği bir damladır ama bugüne kadar hiç telif hakkı vermediler. Vermemek için ellerinden geleni yaptılar. Bana yapılanları, benden esirgenenleri, benden kazanıp bana hiçbir şey vermeyenleri affetmeyeceğim” diyordu.

2019 yılından bir haber:

“Anayasa Mahkemesi, Türk sinemasının emektar senaristlerinden Safa Önal’ın, senaryoları kullanılarak yapılan 347 filmin izinsiz televizyonlarda gösterilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını yerinde görmedi. Başvuruyu inceleyen mahkeme, yürürlükteki hukuk kuralları gereği ünlü senaristin, senaryosunu yazdığı filmler üzerinde mülkiyet hakkının bulunmadığı sonucuna vardı.”

MEDENİYET DEDİĞİN…

Yeşilçam sinemasının temelinde halk masalları vardır; haksızlık yapan da hakkını arayan da halkın ahlaki değerleri içinde yansıtılır, çelişkiler olanca çıplaklığıyla sergilenir ve sonunda masumiyet kazanır.

Safa Önal’ın hak arayışı ve masumiyeti, “medeni hukuk” karşısında çaresiz kaldı ama zaten o “medeniyet” kavramına kuşkuyla bakıyordu. Yasemin Arpa’nın hazırladığı, Önal’ın tüm yaşamının sayfalara döküldüğü nehir söyleşi kitabı “Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti-Safa Önal Kitabı”nda (Profil Kitap, ikinci baskı, 2017), “Öyle kötü geldi ki medeniyet! Her yeri öyle bir doldurdu, öyle bir berbat etti ki” diyor, Mehmet Akif’in “tek dişi kalmış canavar” deyimini çok haklı buluyor, yaşlılığında bir güvence sahibi olamadıktan sonra medeniyetin insan ömrünü uzatmasını bile tartışılır buluyordu:

“Nedir yani insan yaşının uzaması, yirmi sene daha yaşattığınız zaman bir servet içinde mi geçecektir o adamın son yirmi senesi? Yoksa sürünecek midir? Ona parasal bir güvence verecek misiniz ya da sağlığına, ağır hastalanırsa ne yapacağına dair güvence?”

En üretken, en çalışkan senaristimiz, kendisini “güvencesiz” hissediyordu ne yazık ki!

HATIRLAMAK VE HAYAL KURMAK

Söz ettiğim kitap, Safa Önal’ın ne derece derin bir insan ve tam bir İstanbul beyefendisi olduğunu gösteren, entelektüel birikimini sergileyen, okurken çok keyif aldığım ve çok şey öğrendiğim bir çalışmadır. Hiç yurtdışına çıkmamış olması, “Mesela içimde yatıyor, göçmeden öbür tarafa, bir Trans-Asya seyahati… Onunla ta tundralara, kutuplara kadar, nereye kadar gidiliyorsa…” demesi, Fenerbahçeliliği, bir hanımefendinin “Dört yüz senaryo yazmış da ne olmuş yani. Bu Safa Önal’ın başarısıysa Türk sinemasının da kederidir” diye yazmasından duyduğu üzüntü… 595 sayfa boyunca Arpa her şeyi sormakta, Önal her şeye sakin sakin, ayrıntılı biçimde yanıt vermektedir.

Kitap boyunca, “hatırladıkça keder duyduğunu” belirten Safa Önal’ın, neredeyse yaşamı boyunca yaptığı şey, “hayal kurmak” konusunda söyledikleri ise şöyle:

“Ben oturup, bir masal düzeni gibi ‘Bir varmış bir yokmuş’la, bir adam, bir kadın, bir çocuk, bir semt, bir ikinci kadın, bir ikinci adam, onları arasında bir takışma, bir sürtüşme, bir aşk, her neyse, dramatik bir yapı kurabiliyorum, hep kurdum. Şimdi anlıyorum ki hayal kurmak, sıfırdan, daha kolay bir işmiş. Başkalarını bilemem, kendim için konuşmaktayım. Hani, ‘Sıfırdan hikâye üretiyor, vay be!” var ya, daha kolaymış.”

Safa Önal, 93 yaşında aramızdan ayrıldı. Huzur içinde yatsın.