Saflaşma


Saflaşma gayet açık aslında. Atlantik bir tarafta, Avrasya diğer tarafta. Bütün mesele petrolün dolarla satılmasını etkisizleştirecek olan doğalgaz pazarını kimin kontrol edeceği. Bütün bu bloklaşmanın nedeni de bu.
Suudi devleti, bir ABD piyonudur, ordusu bile ABD’liler tarafından yönetilir, çünkü petrol üreticisidir. Bölgedeki ABD hâkimiyetinin İsrail ile birlikte iki taşıyıcı kolonundan birisidir. Mezhepçilik yapar, ABD piyonları El Kaide ve IŞİD’i destekler. ABD’nin bölgede kurmak istediği kukla devlete de tam destek veriyor. Suriye’nin bölünmesi için IŞİD ve PYD yetmezmiş gibi bir de Sünni blok yaratıyor. Bir yandan Katar’a ambargo, diğer yandan İran’a IŞİD saldırısı tezgâhlanıyor.
Bir başka gerçek de Katar üzerinden hedef alınan, petro-dolar hâkimiyetine karşı bölgesel bir doğalgaz ittifakı. Son 15 yılda yaşanan bütün Ortadoğu çatışmalarının ve BOP’un altında yatan neden… Bu da doğal olarak bir saflaşma yaratıyor, Avrasya böyle şekilleniyor. Sadece petro-dolar hakimiyetine karşı doğalgaz arz-talep dengesinden ibaret değil, tek kutuplu dünyanın sonu demek… Siyasal-kültürel yakınlıklarla destekleniyor, askeri alana uzanıyor.
Hamas, İhvan, IŞİD, El Kaide, PKK/PYD, vs… Bu büyük oyunda kullanılan minik aletlerden başka bir şey değiller. O yüzden onlara değil büyük saflaşmaya ve nedenlerine bakmalıyız. Kukla devlet de bu gazın petrodoları öldürmesine engel olmak ve kontrol etmek için kuruluyor, IŞİD infazları da bu yüzden yapılıyor, renkli devrimler de… ABD bu yüzden bölgede ulus devlet istemiyor. İşte Barzani, ABD desteğiyle bir yandan bağımsızlık referandumu yaparken, aynı zamanda Kerkük’ün statüsünü oylayacak.
Soru şudur: Bu koşullarda Türkiye, Katar’a karşı başlatılan operasyonda nasıl tutum alacak?
Şu anda Katar’ı desteklemeye karşı olanlar, İhvan ve Hamas’a verdiği desteği gerekçe gösterebilirler. Haklıdırlar, biri Filistin direnişini bölmek için, diğeri Ortadoğu’da renkli devrimler için kullanılan ABD piyonları. AKP de bunları destekledi, tamam…
Ama yeni durumda bu örgütler bir sorun olarak artık ikincil değerdedir. Öncelikli sorun ABD’nin güç kazanmasının engellenmesidir. Adam emekli Amiral... Yazı yazmış... Katar’a yardım etmenin ne kadar yanlış olduğunu anlatmış. Yazı baştan sona Suudi’lerin ABD piyonu olduğunu anlatıyor, ama sonunda “Katar’da ne işimiz var” diyor. Çelişkisinin farkında değil. Fırat Kalkanı için de aynı ağıtları yakıyordu: “Ne işimiz var Ortadoğu bataklığında?” Ne oldu? Haklı mı çıktılar?
Bu saflaşmada ABD ne istiyorsa onu, “ulusalcı/milliyetçi” bir dille seslendirip, laiklik ambalajıyla pazarlamaktan başka ne yapıyorlar?
Soru basit: 65 yıl boyunca ne faydasını gördük Atlantik kampının?
Cevaplar da soru kadar basit ve somut olmalı. Atlantik paktı hangi krizde, hangi savaşta, hangi dar günde yanımızda oldu? Kıbrıs’ta mı? Teröre karşı mı? İşgal edilen adalarımız konusunda mı? Soykırım yalanına ya da 15 Temmuz ihanetine ve FETÖ’ye karşı mı?
Kuşkusuz bu konularda Türkiye’yi yöneten hükümetlerin edilgen ve Batıcı yaklaşımlarının da payı var ve tam da bu nitelikleri yüzünden iktidar olmuşlardı. AKP de öyle. Ama…
Tarihin akışı ve yaşanan olaylar bazen mecburiyetlere neden olur. Katar’a ambargo, İran’a saldırı derken, İran Dışişleri Bakanı Suudi’leri Ankara’dan suçladı, İran Meclisi “kahrolsun ABD” sloganları atıp intikam yeminleri ederken, Suudi haber ajansları Tayyip Erdoğan’a saldırıyordu. Bütün dengeler alt üst oluyor. Farkında mıyız?

DÜŞ İŞLERİ



Bütün bir hariciye birikimini “monşerler” diye diye tasfiye ettikten sonra oluşturdukları Dışişleri kadrosu, ancak Düşişleri olabilmeyi başardı. Bütün komşularımızla düşman olduk, mevzii ve itibar kaybettik, cumhuriyet tarihinin en büyük uluslararası sorunlarıyla yüzleştiğimiz bugünlerde yine aynı vasatlık dümen tutuyor.
Barzani’nin bağımsızlık referandumuna tepki olarak Türk Dışişleri tarafından yayınlanan metnin son paragrafı aynen şöyle: “Irak’ın bütünlüğüne halel getirmek yerine, bu ülkenin birlik ve beraberliğini kuvvetlendirecek, Irak anayasasında ifadesini bulan yetki ve güç paylaşımına ve ademi merkeziyet ilkesine dayalı yöntemlerin öne çıkarılarak ve Irak’ı oluşturan tüm farklı unsurlar arasında uzlaşı, diyalog ve kapsayıcılık ruhuyla hareket edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.”
Şaka değil, billahi bizim hariciye yazmış bu metni… Yahu hem “ademi merkeziyet ilkesine bağlı kalmayı” tavsiye ediyorsun, hem de “bu referandumu yapma” diyorsun… Ne tuhaf insanlarsınız. Irak’ın bu noktaya gelmesinin nedeni zaten ABD tarafından hazırlanarak dayatılan o “ademi merkeziyet” ilkesi değil mi? Ne bekliyordunuz? Elbette onun bir adım sonrası bağımsızlık olacaktı. Eğer Atlantik bloğunun Ortadoğu’da Türkiye’yi de kapsayan bölme planlarına karşı olunacaksa bunun başlangıç noktası, merkezi devlette ve üniter yapıda ısrar etmektir. AKP yöneticilerinin anlayacağı RTE diliyle anlatayım, “adem-i merkeziyet ve bütünlük bir arada olmaz. Adeta ters mıknatıslanma yapar…” Bugün komşuda, yarın bizde… Bilmem anlatabildim mi?

KOLAYCA

Son zamanlarda sıkça rastlıyorum: “Mekik çekmeden karın kası yapın”, ya da “Hiç çalışmadan para kazanın”, ya da “Hiç çaba harcamadan İngilizce öğrenin” şeklinde çeşit çeşit reklam. Tv’lerde, gazetelerde, internet sitelerinde…
Bu tip sloganlarla sattıkları saçma sapan ürünlerin bu kadar çok ilgi görmesinin nedenini Güstave Le Bon daha 19. yüzyılda yazmıştı: Kitlelerin hayal gücüne etki etmek sanatı, onları idare etmek sanatıdır…” Bu bir toplum yasasıdır aslında.
Kitle kolayı sever, eğitim sistemi de bunu aşılar.
Geriye kitlenin açlığına uygun bir hayal yaratıp o hayale sizin sayenizde hiçbir çaba harcamadan kolayca ulaşacağına inandırmak kalır.
“Ortadoğu’da oyun kurmak”, “Osmanlı gibi büyük sınırlara hükmetmek”, “Küresel güç olmak”, vb… Hiç çalışmadan, bir şey üretmeden, yan gelip yatarak ya da yabancı markaların işçiliğini yaparak…
Hitler’in de bu toplum yasasını çok iyi kullandığı, hatta Kavgam’ı yazarken Güstave Le Bon’un kitaplarından çokça yararlandığı bilinir, ama… Zamanın Almanya’sı bir üretim ve buluşlar merkeziydi. Herkes çalışıyordu, fabrikalar işliyordu, her şey sadece Yahudileri çalıştırarak olmadı…
Peki, bizim ahali neye dayanarak inanıyor bu safsatalara?
Ertuğrul dizisini izleyip, elinde kılıçla dizi izleyen dedenin videosunu paylaşarak gaza geliyor ve oy vermeye gidiyor. Arkasından yürüdüğü tasavvurlarda hesap yok, madde yok, delil, kanıt, somut hiçbir şey yok. Hayali olanaklarla, bir hayale yürüyen insanlar… Matrix filmi gibi…
Tavsiye ederim, bir metro ya da otobüse bindiğinizde insanları sayın, bir şeyler okuyanların sayısı yüzde 10’dan faza ise sevinin. Değilse de umudunuzu yitirmeyin, çünkü bu amaçla toplama çarpma yapan en az bir kişisiniz demektir.

SATIR ARASI SÖZLÜĞÜ

Birazdan arayacağım: Sıklıkla “5 dk sonra” gibi kesinlik ifade ederek güçlendirildiği de görülür. Temel özelliği hız olan iletişim çağının en büyük yalanıdır. Aslında “Sen beni yakalayana kadar aramayacağım” anlamında kullanılır. Genellikle alacaklılarından kaçan borçlu esnafın kullandığı deyim son yıllarda toplumun bütün katmanlarına yayılmıştır, hatta yakın çevremde sıkça karşılaşıyorum. Bu konuda biraz ilkeli, hele benim gibi geç kalmamak için saatini bile 5 dk ileri kullanan biri iseniz gerçekten kast edileni anlamayıp saatlerce bekleyebilirsiniz. TDK bu konuda acilen bir çalışma yapmalıdır.

BARİ BUNU YAPMAYIN

Bir fıkra da “oruç tutmayan dayak yer” diyen kravatlı softaya gelsin… Gece vakti sahura kalkan Bektaşi, biraz da dolaşmak için sokağa çıkınca yolda karşılaştığı softa sorar: “Namaz kılmaz, oruç tutmazsın da sahura niye kalkarsın ki?” Hocanın sorusundan akıbeti anlayan hazır cevap Bektaşi lafı gediğine koyar hemen: “Aman hocam, onu yapamıyorum, bunu yapamıyorum bu sevabı da kaçırırsam halim nice olur sonra…”