Sağ Sol İşleri...

Sol, eski Türkçe bozuk. Moğolca solı ters çevirmek (ayaklar baş olsun gibi), bozmak anlamına gelir. Sözcüğün son anlamı “çap”raz (zıt, ters) olmalı belki; zira Farsça çap: Ters, sol. Eski Roma'da da sol anlamına gelen kelime uğursuzlukla ilgili. Fransız da aynı bakmış: Etre gauche yani solaklık, maladroit yani beceriksizlikle yakın. Bunca kötü mü bu sol! İngilizce karşılığı left, eski İngilizcede kullanışsız, zayıf anlamında lyft kelimesinden.

Arapça sol, şum; o da İbranice sarımsakla karşılanıyor. Şum’dan şom ağızlıdaki şoma geliriz. Yani uğursuz. Bir hüsnü tabirle bizim Osmanlı talihli, kolay anlamına gelen yasar’dan, yesari’yi türetmiş, böylece Osmanlıda solak - uğursuzluk ilişkisi rafa kalkmış. Yoksa, solun olumlu anlama geldiği yer yok gibi. 1750’lerin ünlü hattatlarından Mehmed Esat Efendi, sol elle yazdığından Yesari lakabıyla anılmış. (İbnülemin Mahmud Kemal İnal de Ketebe Yayınları’nın büyük özenle yıllar sonra yeniden bastığı Son Hattatlar’da bahseder bu beyden.) İşte o Yesari’den torunları Afif Yesari ve Mahmut Yesari çıkıp geliyor kuşaklarca solak...

Yesari Asım Ersoy da solak mıydı acaba? Bileceksin canım! Çamlıca’nın Üç Gülü, Sazlar Çalınır Çamlıca’nın Bahçelerinde, Yar Saçların Lüle Lüle, Biz Heybeli'de hep üstadın...

Afif Yesari dedik; hatırlayan ses etsin! 1921, İstanbul doğumlu, takma isimle (Muzaffer Ulukaya) yazdığı iki yüz civarında dedektif romanı var. Geçinebilmek için bin çeşit işe girip çıkmış, kadri bilinmemiş bir usta... O da Kemal Tahir gibi Mike Hammer geleneğini sürdürmüş... Tahir nasıl F. M. Üçüncü (Fatih Sultan Mehmet’i düşün, o ikincidir) ise Yesari de Muzaffer Ulukaya! Hengame diye romanı var. Asıl odur. Orada anlatır; gençliğinde editörden gelen istek üzerine anlamadığı bir dilde, bilmediği bir sporun, karatenin kitabını yazmıştır. Editör, “adam Newyork’u hiç görmeden Amerikan polisiyesi yazıyorsa bunu da yazar” diye düşünmüş olacak...

Mahmut Yesari’yi de anmalı. 1895 – 1945. Romanların adları ne güzel: Çoban Yıldızı, Ak Saçlı Genç Kız, Pervin Abla, Çulluk. Bu Çulluk, işçi konulu ilk romanlarımızdandır. Can Yayınları’nın yıllar sonra yeniden bastığı İstanbul’un Antika Tipleri diye nefis bir kitabı da var. Palavracılar, dolandırıcılar, zamparalar, âlemciler, mirasyediler, ne ararsan... Oh ki oh! Baba Yesari, 1. Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak Çanakkale cephesinde de savaşmış, hiç öyle savaşa hayır falan dememiştir, Haşim gibi... Gazeteciliğe Diken mecmuasına karikatür çizerek başlar. Edebiyat daha sonra... Cumhuriyetin ilk yıllarının genel insan manzarasını tüm detaylarıyla verdi desek yeridir. Fakir, vakit bulursa Tipi Dindi adlı romanını okuyacak.

Makas kullanmakta çok zorlanır solaklar. Fakat futbolda solaklık işe yarayabilir. Osmanlı, kapıkulu askerlerinin bir sınıfına solak diyor, tam adı Solakan-i Hassa. Yıldırım Bayezid döneminde padişahın muhafız birliği olarak kurulmuş, on dördüncü yüzyıl. Hükümdarın atının sağ tarafında yürüyen dört solak başından ikisi padişaha arkalarını dönmemek için oklarını sol elleriyle kullandıklarından solak diye anılıyorlar. Güçlü, kuvvetli, gözü pek yeniçeriler bunlar.

Eski Japonya geleneklerinde dişinin solak olmasının boşanma nedeni olduğunu söyleyenler var. Bir yerde okumuştum, Machintosh’u ilk tasarlayan beş kişiden dördü solak; maymunlar da solakmış. Solaklar matematikte daha başarılıymış. Bunlar da hep solculuk işte. Bitiyor mu, dur yahu! Arapça ashâbü’l meş’eme diye bir tanım var, sol yan; cehenneme gidecekler için. Ashâbü’l meymene, sağ yan; bunlar da cennete gidecekler. Meymene’den gelerek meymenetsiz kelimesini de dilimize almışız. Meymenet, uğurlu, sağ el, sağ demek, Arapça. Kur'an'da doğruyu bulanlar için kullanılan mecaz.

Sağa da gelelim. Latince rectus, düz, sağ. Hemen “düz” anlamı gelip yapışıyor yakamıza. Sağ ol diye bir kelime var. Aynı sağ, ölü olmamak anlamında. Sağlık var aynı kökten. Oğuzlardan bu yana biliyor, kullanıyoruz. Atalarımın mezar taşını okuyacaksam sadece Yavuz Sultan Selim’i değil, Oğuzları da düşünmeliyim öyle değil mi!

Anlam Fransız Devrimi sonrası biraz değişiyor galiba. Devrim öncesinde, devrime karşı çıkan siyasi grubun mecliste oturduğu taraftır sağ (kime göre tabii, o da meçhul) ve o zamandan beri o kesimin düşünsel devamına sağcı diyoruz. İdris Küçükömer’i de analım (hiç sevmem): “Bizde solcu denilenler gerçekte sağcıdırlar ve sağcı denilenler ise, gerçekte bu düzeni değiştirmek istemek manasında, solcudur...” Bu da böyle.

Sonra şu da var canım efendim. Bir kere sağlak diye bir şey yok. Sağlak, sağak kelimesinin bilinen yanlış halidir, galat-ı meşhuru. İsimden isim yapan eklerden biri olan ak ekinin sol kelimesine eklenmesiyle sol-ak türetilir. Türkçe ne güzel yahu! Köke bağlı “l” sesi, eke bağlıymış gibi algılanınca bu lak, şak diye sağ kelimesine de eklenir. Oysa doğrusu ekin asli şekli olan ak'ın sağ kelimesine eklenmesidir: Sağak. Fakat bu kelime, çok sayıda insan hep sağ elini kullandığından gittikçe anlamsızlaşmış, sıfırlanmış. Yok gibi bir kelime. Çokluk, her zaman varlık değildir.

Ama bir kere sol negatif algılandığı için sağın doğru olduğu inancı yerleşivermiş dillere. Daha önce yazmıştım, Farsçada rast kelimesi sağ ve doğru anlamına geliyor. Rastgeleyi hatırla, rast makamını. İngilizcede the right think doğru şey, doğru söyleme, doğru demek anlamına geliyor. That’s right, doğru. Right, sağ kelimesi zamanla cümle içine doğru olarak yerleşmiş. Yine Fransızcada droite sağ, etre droit ise haklı olmak. Çok olan her zaman haklı olsaydı, dünya hâlâ düzdü değil mi!