‘Şah ve mat’-(TAMAMI)

Kuşkusuz içinizde satranç oyununu bilenleriniz vardır. Satranç hem bir zeka ve akıl oyunudur hem de strateji ve planlama sanatının bir örneği.

Karşınızdakinin değerli taşlarını, kritik hamle yapabilecek piyonlarını teker teker yok edersiniz. Kendi değerli taşlarınızı korursunuz ve karşı tarafın sahasını kuşatırsınız. Sonunda karşı taraftaki şahı sıkıştırıp, çaresiz bırakır ve ona “şah- mat” dersiniz.

İki türlü şah-mat olduğu söylenir. Birincisi stratejilerinizi olanca gücünüzle sahneleyerek karşı tarafı şahınızla mat etmektir. Buna gerçek anlamda Şah-Mat deniliyor. İkincisinde ise; ya karşınızdakini hoşnut etmek ya da onunla dalga geçmek için alanınızı ve kıymetli taşlarınızı ona teslim eder ve mat olursunuz.

Şimdi nereden çıktı bu satranç oyunu diyeceksiniz. Emekli Org. Hilmi Özkök satranç tahtasındaki bütün kareleri teslim alınacak öyle bir ortam yaratmıştı ki, yerine gelen yeni Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt masaya oturduğunda iyi bir satranç oyuncusu gibi davranıyordu. Nitekim sonradan başına neler geleceğini bilmediğinden Dolmabahçe mülakatında karşısına çıkan, bazı hâlâ içeriği tam anlamıyla açıklanmamış dosyalar karşısında ikinci yolu yani koşutlu matı tercih etmiş ve TSK’nin sistematik bir şekilde hırpalanmasının yolunu açmıştı. Yerine gelen, Batı’nın ve Atlantik basınının “kaya gibi sert ve soğuk kanlı general” diye ilan ettiği, Org. İlker Başbuğ KKK’ndan ayrılırken Kara Harp okulunda öğrencilere yaptığı konuşmada “Atatürkçü düşünce sisteminden ve Atatürk’ün laiklik ilkesinden övünçle” söz etmişti. Genelkurmay Başkanlığı döneminde ise hangi taşı kaldırsanız, altından gıcır gıcır silahlar çıkıyordu. Orgenerallere varana dek emekli- muvazzaf ne kadar TSK mensubu varsa Hasdal’a taşınıyor, henüz yazılmamış kitaplar yasaklanıyor ve Sayın Başbuğ‘un heyecanlı bağırmalarına karşılık en yakın arkadaşları bir bir alınıp Hasdal’a taşınıyordu. Satranç tahtasındaki oyun, karşı tarafın Şah-Matına kadar gitti. İlker Başbuğ ayrıldı yerine sert tavırlı ve deneyimli Işık Koşaner geldi. Tahta üzerinde Işık Koşaner’e ait taşlar devrilmişti. TSK tarihinde ilk kez, yabancı oyuncular karşı darbenin sonuçlarını alıyordu. Işık Koşaner Genelkurmay Başkanlığını anlayanları heyecanlandıracak bir konuşmayla bıraktı. Paşa:

“Çok uğraştım, dediklerimi kabul ettiremedim. Bu yolu seçiyorum, hukuka saygılıyız.” diyordu.

Yeni dönem yeni ordu

Genelkurmay Başkanlığı için çok önceden tasarlanan Jandarma Genel Komutanı genç iyi yetimiş Orgeneral Necdet Özel bir gece yarısı kararıyla Genelkurmay Başkanı olduğunda amiraller, oramiraller, albaylar hâlâ evlerinden alınıp Hasdal’a sevk ediliyor ama kendilerine isnat edilen suçun kurgulanmış kanıtlarını kabul etmiyorlardı. TSK tek kurşun dahi atmadan sistematik -psikolojik bir harp oyununun sahnelenmesi sonucu artık “Şanlı“ değil “zanlı ordu” haline gelmişti. Siyasette yasaların, anayasaların yok sayılmaya başlandığı ve muhalefetin de askeri suçlu yerine koyduğu bir döneme girildi. AKP ve CHP’nin birbiriyle yarış ettiği MHP’nin ise “kahve dövücünün hınk deyicisi” olduğu iki Kanun Kuvvetinde Kararname ile iki önemli sorun iktidarın, sonra da Meclisin önünde durmakta.

Birincisi bedelli askerlik -ki bu konuda iktidarla muhalefet pek arzulular-. 12 Haziran seçimlerinde siyasetin vaat ettiği bu bedelli askerlik konusunda halk, büyük bir bekleyiş içinde. Genelkurmay Başkanı haklı olarak süreyi 30 yaşa kadar çıkarmakta ısrar ediyor. Çünkü yaş öne çekilirse, orduda savaşacak asker açığı çoğalabilir endişesi TSK’da egemen.

İkincisi: “Vicdani ret.” Vicdani ret hakkı, yürürlükteki Anayasa’ya göre fırsat eşitliğine indirilecek yeni bir balyoz. Fukaranın ve halk çocuklarının vatan sevgisi dolu eğlencelere katılarak askere oğul göndermeyi onur sayan babalar ve şehit olanlar için “vatan sağ olsun” demelerine gerek kalmayacak. Ama sayıları bazı az uygar ülkelerde var olan “ben askerlik yapmak istemiyorum, ben adam öldürme sanatı öğrenmek istemiyorum.” diyenler için bu olağan. Peki ya bizde?

Bakalım bu iş başımıza neler açacak?