Sahi bu nasıl iş? (2)

Jean-Paul Sartre, İkinci Dünya savaşının sonunda, 1946 yılında, Les Temps Modernes dergisinin ilk sayısının başında yayımlanan sunuş yazısında, emekleriyle geçinen insanlarla ilgili şu müthiş saptamayı yapıyordu:

"İnsan bir 'durum'dan ibarettir: İş işçi, bir burjuva gibi düşünüp duymakta özgür değildir; ama bu durumun gerçek ve bütün bir insan olabilmesi için, yaşanması ve belli bir amaca doğru aşılması gerekir [...] Hayır bir işçi burjuva gibi yaşayamaz; bugünkü toplumsal düzen içinde, ücretlilik durumunu sonuna kadar yaşaması, çekmesi gerekecektir. Bundan bir kaçış yolu, başvurulacak hiçbir 'merci' yoktur." (SituationsII, Gallimard, s.27)

***

Metnin can alıcı bölümünün altını çizdim. Sartre, bir işçinin işçi olduğunun farkında olması gerekir, diyor. Bu onun sınıf bilincine ulaşmasını sağlar. Bundan kaçamaz, dinsel inançları onun durumunu kolaylaştırmaz, tam tersine onu çıkmaza sokar. İşçinin sığınacağı 'merci' işçi sınıfıdır, sendikasıdır, sınıfının siyasal mücadelesi içinde yer almaktır.

Avrupa'da işçiler kendi mahallelerindeki kahve ve bistrolara, publara giderler. Burjuvaların gittiği yerlere adım atmazlar. İçtikleri sigaraların markası bile bellidir. Asla Amerikan sigarası içmezler. Oysa Türkiye'de pamuk tarlasında Amerikan sigarası içen pamuk toplayıcısı ya da ayakkabı boyacısı bile görülür. Bu sigaraları içerek sınıf atladıklarını sanırlar.

Sartre, "bir işçi kendini işçi yapmalıdır", diyor. Ama işçi kalmalı demeye getirmiyor. Kendisini bir işçi olarak hissetmediği anda işi biter!

İlkokuldan (1943-1948) ender kötü anılarımdan biri, öğretmenlerin sınıfta "Baban ne iş yapıyor?" diye sormasıdır. Bu soru öğrencilerin büyük bir bölümünü ezerdi. Tuhaftır, "amele" sözcüğünün yerine "işçi" sözcüğünün kullanılır olması bu ezilmeyi biraz gizledi.

İnsanların yoksulluklarından utandıkları, onu gizledikleri toplumlarda derin bir hastalık vardır. Oysa insanların yoksulluklarından gurur duymasalar da onu kabul etmeleri gerekir ki kendilerine "Ben neden yoksulum?" sorusunu sorabilsinler.

Bu soruya yanıtı "Kaderim böyle, Allah böyle istiyor, yazan böyle yazmış" ise, yandı gülüm keten helva. Yoksulun, yoksulluğun bu dünyanın bir sorunu olduğunu anlaması ve kabul etmesi gerekir. Kurtuluşun yolu böyle açılır.

Okurumuz, gönderdiği iletide işte bu çelişkili duruma parmak basıyor ve dahası bu durumu kınıyor.

***

Berlin Duvarı'nın yıkılmasından, neoliberal küreselleşmenin iyice palazlanmasından bu yana artık klasik toplumsal sınıfların kalmadığını ileri sürmek pek moda oldu. Toplumsal sınıflar kalmadığına göre sınıf kavgası da gereksiz oluyor yani.

Emil Zola, Charles Dickens çağlarının işçi sınıfının büyük ölçüde değiştiği söylenebilir ama kalmadığı iddia edilebilir mi? Dahası Türkiye'deki maden işçilerinin içinde çalıştığı koşullar 19.yüzyıl Avrupasının koşullarından çok mu farklı? Bu, işin bir yanı.

İkinci yanı da şu: 2013 yılında, ister kol gücünü, ister beyin gücünü, ister başka bir marifetini başkasına satarak geçinen herkes proleterdir. Buna karşı, evinde bilgisayarının başında program üretip satan kimse de mi proleter, diye sorulabilir. Ben şair olduğum, edebiyat yazarı olduğum için "evet!" derim.

Bu benim düşüncem. Ancak bu konuda, bana yardımcı olabilecek dişe dokunur bir şey bulamadım. Bilen varsa haber versin.

***

Benim sorunum şu: Resmi açıklamalara göre Türkiye'de seçmen sayısı 54 milyon. "Bu Nasıl İş" (13.11.013) başlıklı yazımda yaptığım hesaplara göre de AKP'ye oy vermemesi gereken en azından 40-45 milyon insan-seçmen var.

2011 genel seçimlerinde 50 milyon 237 bin 343 seçmen varmış, bunların 21 milyon 466 bin 356'sı AKP'ye oy vermiş, ki % 49.95 oy oranı eder.

Sosyolojik, sosyo-ekonomik verilere göre, 2007-2011 yılları arasında, AKP emekleriyle geçinenlerin, emeklilerin, küçük esnafın, çiftçinin ve gençliğin hayatını kolaylaştırıp güzelleştirecek hemen hemen hiçbir şey yapmadı. Sağlık hizmetlerinde olduğu gibi sadece göz boyadı ama seçim kazandı.

Dış siyasette çuvallamış, ülkesini iç ve dış savaşın eşiğine getirmiş, halktan alıp yandaşlarına vermiş, ortaçağ kafalı bir siyasal parti hükümetinin Avrupa'nın hiçbir ülkesinde seçim kazanması mümkün değil. Ama AKP'nin 2015'te genel seçimleri gene kazanacağından, 2014'te yapılacak yerel seçimleri götüreceğinden söz ediliyor.

Bu utanç verici durum mümkün mü? Mümkün!

***

Bir işçinin, emekçinin kendini tanımlaması, kendi bireysel ve sınıfsal konum bilincine erişmesi için bu dünya ile öteki dünyayı (ahreti) birbirinden ayırması gerekir. Emek dünyasında "yaz duvara kalsın bahara" durumu yoktur. "Para peşin kırmızı meşin!"

"Sen bana ödülümü öteki dünyada değil, bu dünyada ver!.."

İşçi, memur, emekli, çiftçi, küçük esnaf bu dünyada, öteki dünyada ödeşmek martavalıyla çalıştırılmaktadır. Emeğini satan herkes mutlaka sömürülür. Ve bu sömürüye Tanrı karışmaz, göz yumar. Ama Müslüman ülkelerde bunun çaresi Nahl Suresi 71. ayette bulunmuştur:

"Allah kiminize kiminizden daha bol rızk vermiştir. Varlıklı hale gelenler, emirleri altındaki çalışanlara hak ettikleri paylaşımı yapmazlar. Halbuki herkesin rızkını Allah verir. Hal böyleyken, Allah'ın nimetlerini mi reddediyorlar?" (Mustafa Sağ çevirisi)

"Allah rızk bakımından kiminize kiminizden daha çok vermiştir. Çok verilenler, sağ ellerinin sahip olduklarına rızklarını vermezler. Halbuki rızkta onların hepsi eşittir. Allah'ın nimetini bilerek mi inkar ediyorlar?" (Çeviren: Prof. Dr. Hüseyin Akay)

***

Molla ve ulema tayfası istediği kadar inkâr etsin, ben, bu ayete insan parmağının karıştığını düşünüyorum. Tanrı böyle bir ayet indirmez! Tanrı, az verdiği kullarını çok verdiği kulların merhametine teslim etmez. Üstelik eşitlikten söz edi(li)yor. Bu nasıl eşitlik?

Toplumsal sınıfların kalmadığı söyleniyor ama Kuran'da iki sınıf var. Biri vermesi gerektiği halde vermeyen zenginler (işverenler, kapitalistler), öteki emekçiler.

O halde, dindar emekçilerin de bu ayete bakarak, titreyip kendilerine gelmesi gerekiyor. Emeğin, emekçi-patron ilişkisinin de laikleşmesi gerekiyor. Sendika, emekçi sınıfının laik örgütüdür.

Kısa keseceğim: AKP'yi iktidardan kovmak için, bu partinin silahı olan din afyonunu elinden almak gerekiyor. Nasıl alınacak? Bunun cevabını da benden beklemeyin. Bana sorarsanız: Hakkınız olanı vermeyenin elinden mutlaka alın ve bunun için AKP'nin kıçına teneke bağlayın.

Tamam mı? Benden bu kadar!