Sahi, hiç mi merak etmiyorsunuz?

Gecenin bir saati, Ordu’dan bir okurum aradı. Düşünmüş düşünmüş, içinden çıkamamış, okuduğu son yazılarımdan birini hatırlayarak bana sorma gereğini hissetmiş.

Yazımdaki bir konuyla ilgili bir soruyu beklerken, bana:

“Şu rektörler yüz bin lira maaş alıyorlarmış doğru mu, siz bilirsiniz” demesin mi?

Boğaziçi olayları aklını karıştırmış olmalı ki; işin ucunun orada saklı olduğu yargısına varıyordu kendisi!

Dilim döndüğünce yanıtladım kendisini. Ama bir ara tutamadım:

“Peki, dostum; gelelim şu sizin fındığın taban fiyatına. 2020’deki fiyat neydi, ne umdunuz ne buldunuz,” dedim tatlı sert öfkeyle.

Kısa ve öz biçimde şunu dedi:

“Fındık mı kaldı!”

Karşılıklı susmadık, yarım saate yakın konuştuk.

***

Newton’un “merkezkaç kuvveti” sistemini bilirsiniz. Bir devinime, durulamayana, güce işaret eder. “Merkezkaç kuvveti merkezden uzaklaştıkça artar,” düşüncesiyle de kuvvetin etkisinin nasıl azaldığını imler.

Toplumsal olaylara bu bakış açısıyla bakmanın yararındansa toplumu/insanı analiz etmede yararını görmüşümdür.

Giderek vasatın egemen olduğu bir dünyada yaşadığımızın doğrularını bilim gösteriyor. Övündüğümüz dijital çağ, görsel dünya, teknolojik donatılar bu vasatlığın neredeyse barometreleri. İnsanı dönüştürme aygıtı her biri. Kirlenen siyasetten yitirilen adalet duygusuna, çevre tahribatından insanın iç yıkımına varana değin birçok şeyin nedenini işte o “güç odağı” denende aramalı!

İçtiği su elinden alınıp, ürettiği fındığın taban fiyatının belirlenmesi sözü/gücü olamayan bir üretici; ta ötedeki bir üniversite rektörünün aldığı maaşı düşünüyor!

Bu merak veya yaşadığı ülkenin her şeyiyle ilgilenme hali değildir bence. Yaşadığı gerçekliğin farkında olmadan başka dünyalara yönelmenin nasıl tehlikeli bir yanı olduğunu gösteriyor bize.

“Düşman kapıda” demekten yana değilim. Gene de “bir düşman nasıl yaratılır”ı da sizlere hatırlatmak isterim.

Hitler’in iktidara gelişi, orada tutunma öyküsünü okumak yeterli.

Çağ dönüşüyor. Adına ne derseniz deyin, şu salgın günlerinin gelecekte insanlığın yeni yaşama biçimini belirleyeceği ayan beyan ortada.

Evet; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bugünün siyaseti, bunun aktörleri, dayatılan zihniyet eninde sonunda tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklar.

Birer “yurtsever” sayıp ülkenin yönetimini teslim ettiğiniz İttihatçı “üç paşa”nın hazin öyküsünü bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

O kaçışın ardından Refik Halid Karay şunları yazacaktır:

“…Siz nazır değildiniz, derebeyliği yaptınız. Siz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz. Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz. Efelere taş çıkardınız.

Zorbalara parmak ısırttınız. Çakıcıya rahmet okuttunuz. Kabakçı’yı gölgede bıraktınız.

Biraz daha geçseydi “Patron”lara türbe kurup başlarında kandil yakacaktık…

Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nazırlıkla gözleriniz doymamıştı.

O padişah heveslileri, Şam’da, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz…”

Ve Alman torpido gemisiyle ülkeden kaçışları ülkeyi getirdikleri kıyının da hazin sonunu anlatıyordu.

***

Şimdi şu fotoğrafa bakıyorum, güzel ülkemin eğitimde nereye getirildiğini düşünüyorum ister istemez. İnsanları aşsız, ekmeksiz, işsiz mesleksiz bırakmanın sanırım en temel sorunu da bu. Sonuç ortada: