Şair Eşref’ten yeni şiire gerek var mı?
Sene 1969’du: Ali Sirmen, Akşam’da Lenin’le Mustafa Kemal’in mektuplaşmalarını aydınlığa çıkaran tefrikasıyla ‘68 Kuşağı’nın gönlünde taht kuran Çetin Altan, İlhan Selçuk, İlhami Soysal gibi kavgacı, yurtsever köşe yazarları arasına bir genç kalem olarak girivermişti... On yıl sonra İran Devrimi’nin mollalar eline geçişiyle karşıdevrime dönüştüğünü Cumhuriyet’teki yazılarında ısrarla savunmuş, komünistlerin Humeyni’den beklentilerinin boşa çıkacağını öngörmüştü. 12 Eylül 1980 darbesi Barış Davası’nın Mahmut Dikerdem ve öbür sanıklarıyla birlikte onu da yedi yıl hapiste süründürürken, daha sonra Kelepçeli Yazılar adıyla topladığı yazılarını Samim Lütfü imzasıyla cezaevinden sürdürmüştü. Davanın beraatla sona ermesinin ardından 90’ların başında bu kez gazetenin içerden çökertilmesine İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Şükran Soner, Oktay Akbal ve tüm Cumhuriyetçilerle direnmiş, gazete, okurların da desteğini kazanan bu direnişle, döneklerin işgalinden kurtarılmıştı.
Tanzimat aydını hangi yanlışa düştü?
Ali Sirmen’in bu sabah yine dönemin olduğu kadar tarihin toplumsal yükünü de sırtlayan yazılarından birini okurken bu çabaları geçti aklımdan. Sirmen, bu sabahki yazısında (20.03.12), Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk’un tahliyelerini AB’nin istek ve desteğine bağlayanlara anımsatıyor:
“Aynı yanlışa Tanzimat Aydınları da düşmüştü. Onlar da, Avrupa’nın Osmanlı’ya hürriyet ve demokrasi getireceğini sanıyorlar. Avrupa’nın iki yüzünü ve bu iki yüzün çelişkisinin sonucu olan ikiyüzlülüğünü görmemekte direniyorlardı. Avrupa ne Osmanlı’ya hürriyet ne de Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasi getirme yükümlülüğü altında hisseder kendini. O kendi çıkarlarının peşindedir.”
Şair Eşref’in eşref saati
Tanzimat yıllarına daldığınızda, 1908’e doğru ilerledikçe, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte, Batı’dan gelecek bir haberden medet uman münevveranın Avrupa yardakçılığı Şair Eşref’in dizeleriyle zihninizde canlanır:
Sokulmakçün kolayca hepsi bâb-ı inkılâb ister,
Bunu beklerler ammâ başka elden başka kuvvetten.
Şair Eşref anılır da, binlerce hürriyet savaşçısını zindanlara dolduran Abdülhamit’in ülke üzerinde estirdiği korku ve terörü anlatan dizeler unutulur mu:
Sanır bil-cümle millet kendini taht-ı tarassuda
Helâlleşmeksizin çıkmaz evinden kimse ümmetten.
İş o noktaya gelir ki, memleket parça parça elden gider; yurtseverlerse dışarı kaçmak zorunda kalır:
Gam değil ammâ bu mülkün böyle elden gitmesi
Gitgide zulm etmeye elde ahâlî kalmıyor.
“Siz fısıldayın yalnız...”
Ahmet Say’ın isteği üzerine Türkiye Yazıları dergisi için (Ocak 1982) Doğan Avcıoğlu’nun “Şair Eşref ve Zamanı” konusuna niyetlenip de şairin adını en son cümlede andığı 4 formalık broşür boyutundaki “Pabuççu Muştası” yazısını atlamak mümkün mü? Avcıoğlu, o yazısında, “insanı meta sayan en acımasız ekonomik reçeteleri [Osmanlıya] empoze eden devletler, Avrupalı olmaya karar verdiğimiz günden beri insan hakları savunucuları olarak karşımıza çıkar” diyerek, emperyalistlerin yerli işbirlikçi bulmakta sıkıntı çekmediklerini belirtir, Fuat Paşa’nın şu sözlerini anımsatır:
“Siz fısıldayın yalnız... Fakat sahneyi ve oynanacak rolleri bize bırakınız.”
Pabuççu muştası Stratford
Paşa, elçilerden destek ummasının gerekçesini şöyle verir:
“Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet (padişah), cümlemizi eziyor. İlerleme için aşağıdan bir kuvvet hâsıl etmeye ise imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.”
O yazıda bir de “savaş yolunda didinen” ve Osmanlıyı Kırım Savaşı’na sokan, İstanbul’un “Taçsız Sultan”ı Lord Stratford’un adı geçer. O Stratford, şimdinin “savaş için” suflörü Stratfor’dur.
Avcıoğlu yazıyı şöyle bitirir: “Bir dönme dolap ki, dön baba dön... Eşref yaşasa, bu son dönem için kim bilir neler yazardı?”
Yeni şeyler yazmasına gerek var mı?
(25.03.12 tarihli Aydınlık gazetesinde yayınlanmıştı.)