Şairler de savaşır

Şiirin büyüden geldiğini, ilkel çağlarda kader birliğini güçlendirmeye yaradığını biliyoruz.

İlk kutsal kitapların edebi ve şiirsel dili büyünün köklerini yakalamamızı sağlıyor.Öyle ki İncil bugün Batı edebiyatının ve hatta sinemasının temelini oluşturuyor.Biçimden öze indiğimizde Kenan çobanlarının masallarını buluyoruz hemen. Büyücülük ise şiire yıkma ve yapma gücü veriyor.Bu yapma ve yıkma gücüne eski çağlarda “ilham” deniyor. Şimdi ise “imgelem” yani hayal gücü diyoruz.

Bir de “devinim” var tabi. Cemal Süreya’nın “şimdiki insanlar kafayla deviniyor” deyişindeki devinim. Buna da bilincin hareketi diyebiliriz. Bilincin hareketi demek de aslında toplumun hareketi demek oluyor.

Dahası zamanın çizgisel olmadığını da kabulleniyoruz. Dijitalleşmeyle beraber soyut mekânlar icat etmeyi de başardık.

Bütün bu gelişmeleri kötülük ve iyilik olarak tanımlamıyoruz elbette.Hayatın başka bir evresine geldiğimizi anlatmak istiyoruz.Öyleyse biraz da insan denilen kahramanın yolculuğuna bir bakalım.

Önce yolcu, sonra hekim, sonra peygamber/kâhin/şair (bu yüzden şiir yasaklanmıştır), ve şimdi mühendis.Bugün şiirin yıkma ve yapma gücü mühendislerin elinde.Üretim aşamalarından, yazılım, kodlamaya, şehir tasarımlarına, evlerin yapılmasına kadar.

Ancak mühendislerin nasıl ufuksuzluğa itildiğini, “işlevsellik” uğruna çirkinliğe mahkûm edildiğini görüyoruz. Görmekten çok bu çirkinliğin sonuçlarını yaşıyoruz.

Öte yandan şiir elindeki gücü henüz yitirmedi.Bütün çabalara karşın dil işlevsellik çuvalına sığmadı çünkü.Fakat şiir böylesi yıkımın ve değişimin sonucunda üstün konumunu yitirdi. Daha açık söylemek gerekirse,şair, şiir ve dil uğruna ve bunları yaratan kültürünün uğruna cephe hattında savaşmak zorunda.Tepegöz’ü ya da Capitol’ü artık dolaylı anlatımla yenemezsiniz.

Çünkü onlar da çıplak yumrukla geliyor üzerimize.Kurşunlarını şekere bulamaya bile gerek görmüyorlar.En sıradan bilgisayar oyunundan, büyük maliyetli, geniş yapımlı dizi ve filmlerine kadar her yerde, neoliberal bayrağı dalgalandırıyorlar.

Engels'in "Önce siz ateş edin Mösyö burjuvazi" sözü geliyor aklıma.

Önce siz ateş edin Mösyö Amerika!

NEMZETİ DAL YA DA AYAĞA KALK

“Büyük şair, inanmış adam” Âkif bunu yaptı işte.Şair değil diyen bir “Büyük Doğulu” bile çıktı sonra. Âkif’in “Korkma” diyen sesiyse bütün mazlum milletlerin kalbine işledi. Ezelden beri hür yaşamanın parolasıdır bu tek sözcük: Korkma. Korkmayınca sana dayatılan emperyalist kültüre boyun eğmezsin çünkü. O ne der, bunu dersem şiirim şu dergide çıkar mı diye de düşünmezsin. Futbolcu Alpay'ın İstiklal Marşı'nı okuduğu gibi Türk edebiyatı dersin böylelikle. Ağlamadan, eğilmeden ve dilin ayaklarına dolaşmadan. Savaşan şiir de böyledir. Edebiyatı ve onun atası şiiri oyun olarak belleyenler elbette küçümseyeceklerdir. Ve elbette "seçkin", "azınlık" sofralarında yılgınlık yemeye devam edeceklerdir.

Rus devrimci şair Mayakovski “Dualardan daha etkilidir damarlar, kaslar” diyor. Nâzım Hikmet o etkili damarlara ve kaslara güvenerek putları yıkma cesaretini göstermişti.

Goethe bu yüzden “önce eylem vardı” demiştir Faust’unda.

Anarşist ruhlu Rimbaud Paris Komünü’ne katılıyor keza. Bakmayın siz onun “şairler yalancıdır” demesine. O şiirin yasaklı olduğu yıllardan beri söyleniyor. Fuzuli’nin ince alayları işte.

Unutmadan, büyük şairimiz Fuzulî de vaktiyle şikâyetçi olmuştur bozuk düzenden.

Keza bir diğer şairmiz Nabi şöyle demiştir devlet adamlarına: “Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi

Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz” yani

“O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük.” diyerek kini dile getirmiştir.

Vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal ise Kuvayi Milliye’nin kadın ve erkek kahramanlarını yaratmıştır. İslâm Bey ve Zekiye Hanım. Var mıdır dahası, 19.yüzyıl sonunda Osmanlı’da bir kadın vatan savunmasına katılıyor.

Türk hikâyeciliğinin kurucularından Ömer Seyfettin Balkan Savaşı'nda esir düşüyor mesela. "Yarım okka ekmek otuz kuruşa satılırken kim edebiyatla uğraşabilir? Ama ben uğraştım…" diyerek de anlatıyor içinde yaşadığı toplumu ve yazma ısrarını..

Ateşten gömleği giyen Halide Hanım'ı ve Yakup Kadri Bey'i zaten savaşanların listesine yazıyoruz. Keza Yahya Kemal Beyefendi'yi de Yakup Kadri'nin yanında görüyoruz.

En insancıl, karıncayı incitemez,belki de ömründe kavga etmemiş Metin Altıok Sivas katliamında eline fırça alabiliyor yalnızca.

Ancak o şair “bil ki gülün âhı hançerin sapı var” diyerek insanlık anıtının altına kallavi bir imza atmıştır.

Peki Brecht şöyle sormamış mıydı pergelini Kafkas tebeşir dairesinin merkezine koyduğunda: “Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?E bir aşçı olsun yok muydu yanında?”

Brecht insanlık adına sormuştu bu soruyu elbette ve savaşa düşünceyi katmıştı.

Cemal Süreya folklorü yıktı mı yıkamadı bilinmez ama 555K parolasıyla kurtarılması gereken bir “geyikli gece”yi işaret etmişti.

Nemzeti Dal; Macarların milli devrim marşı. Nemzeti Dal’ı yazan Macar milli şairi Sandor Petöfi ise “imgelem”i bırakıp 1848 devrimine katılmış ve ülkesi uğruna can vermiştir. Attilâ İlhan Hürriyet ve İstiklal Şiirinde “Budapeşte radyosu susmuş/Fabrikaların isli duvarlarında Petöfi’nin mısraları sımsıcak” diye bahsediyor ondan. Petöfi belki savaşanlar arasında bayrağı tutanlardandır. Bir şiirinde şöyle sormuştur:

"Yatakta, başım yumuşak yastıkta mı ölmeli?

Yoksa bir karanfil gibi mi solmalı yavaşça,

gizli bir kurdun içten içe kemirdiği?"

Şiirin devamında bu sorduğu soruyu da şöyle yanıtlar:

"ve başlayınca saldırılar zorbalığa karşı,

isterim ölmek en ön sıralarda,

isterim sulasın yüreğim o şeref tarlasını

gençliğimin fışkıran al kanatlarıyla."

Nemzeti dal ya da Korkma,

Artık şairler de savaşacak!