Saklı koleksiyonlar
Dünün değerli eserlerini toplayıp biriktirmek, sonrasında tasnif ederek bilgilenmek ve en sonun da onları belirli bir sistem içerisinde sergilemek ya da yayınlamak bizim toplumumuzda ancak 50’li yılları sonunda -o da oldukça yetersiz olarak- yapılmaya başlanmıştır.
Koleksiyon ve de koleksiyoncuların yetişeceği- ya da oluşacağı- toprakların, ülkenin ekonomik konumuyla çok yakın bir ilgisi vardır. Ekonomik düzeyi tatmin edici toplumlarda koleksiyonculuğun kökeninin çok eskilere dayanıp kuşaktan kuşağa geçerek bilinçli bir şekilde sürdürülmesi de bu yüzdendir.
Elbette ki koleksiyoncuların oluşması için yalnızca ekonomik konumların iyi oluşları başlı başına bir etken değildir. Buna koşut olarak, belki de ondan daha fazla, kültüre, çeşitli konularda bilgi ve birikime de gereksinim vardır. Yani, koleksiyonculuk bir bakıma, yalnızca varlıklı toplumların değil, onların da ötesinde kültürel düzeyi yüksek toplumların vazgeçilmez bir hobisi, uğraşı ya da tutkuyla beslenen kültürel bir aktivitesidir.
Kimilerince, koleksiyonculuğun oluşmasına zemin hazırlayan nedenlerden biri olarak kentsoylu sınıfın da olmazsa olmazlardan biri olduğu ileri sürülür ki, bu da hiç yanlış değildir. Kimi açılardan ne kadar karşı çıkılır gibi olunsa da, burjuvanın saat ve sanatçıyla olan yakın ilgisi hiçbir zaman yadsınamaz.
Ülkemizdeki koleksiyon ve de koleksiyoncuların istenilen ve arzu edilen bir konumda olmamasının da yine bir çok nedenleri vardır. Bunların başında ise kültürel kısırlık -yoksa kültürel yetersizlik mi diyelim- gelir. Koleksiyonculuğun Cumhuriyet tarihi içindeki, nicelik ve de nitelikten yoksun seyri, inanılmaz garip ve de acınası komiklikteki anektotlarla doludur.
Bugün ise durum, birazcık olsun değişmiş gibidir. En azından koleksiyoncuların elde edeceği eserlerin kaynağı , geçmişte ev müzayedeleri adı altında yapılan soygun ve de soygunculardan kurtularak, daha çağdaş bir ortam olan müzayedelerle meraklılarına ulaşabilmektedir. Ayrıca koleksiyonu yapılabilen eserleri toplayan koleksiyoncuların bilgi ve birikimleri de, sırf satıcılarla ilişkili olmayıp, başka kaynaklarla da -ve daha ayrıntılı bir şekilde- beslenmektedir.
Ülkemizde yapılan koleksiyonculuğun gelişmesinin önüne çıkan engellerin en büyüğü ise ne yazık ki bu konudaki yasalardır. Bu konuyla ilgili yasalar, koleksiyonculuğu özendirmekten daha çok caydırıcılık içermektedir. Ayrıca ülkemizde koleksiyonu yapılabilecek eserlerin sınırlı oluşu da bu alanın olumsuzlukları içinde yer alır.
Ülkemizde yapılan büyük koleksiyonların bir çoğu ne yazık ki saklı durumdadır. Yani yalnızca onu toplayanla, yakın çevresi bilir. Sergilenmezler, yayınlanmazlar, daha genel durumda paylaşılmazlar. Toplayanının “cicileri” ve de “gizli statüsü” gibi onlara hiç kimse yaklaşamaz, dokunamaz, danası asla ve asla göremez...Hep saklı kalırlar...
Oysaki koleksiyonlar paylaşıldıkça büyür, paylaşıldıkça, yalnızca yapanların, toplayanların değil, toplumun da, gelecek kuşakların da onlardan yararlanabileceği bir duruma gelebilir. Sergiler, yayınlar, müzeler, bu paylaşımın en güzel alanlarıdır.
Bizde ne yazık ki, koleksiyoncularla birlikte koleksiyonlar da ölüyor, yitip gidiyor...Elbette ki bu yitip gitmek mecazi anlamda...Yani saklanıyor, paylaşılmıyor, kimselere gösterilmiyor..
Kimi koleksiyonlar vardır ki, bir noktadan sonra içerdiği değerlerle -ünik binlerce eserle- bir kişinin değil, bir toplumun (maddi olmasa da manevi) malıdır. Bugün Batı ülkelerin tümünün üniversitelerinde- özellikle sanat tarihi ve arkeoloji alanında- ders kitaplarının büyük bir çoğunluğu koleksiyoncuların yazdıklarından oluşur. Ayrıca bu kitapları yazan koleksiyoncuların koleksiyonları da, ailelerin kilitli odalarında, mirasçıların kasalarında, ya da sanat tacirlerinin tezgahlarında değil de, biraz şaşıracaksınız ama, bağışladıkları ya da açtıkları müzelerde yer alır.
Darısı bizim başımıza....