Saltanat merakı ya da müzelerimiz kime emanet (TAMAMI)
GENİŞ AÇI
BURÇAK EVREN
Saltanat merakı ya da müzelerimiz kime emanet
Seçim heyecanının ve çatışmasının kıyasıya yaşandığı bir ortamda bir müzemizdeki olumsuz ve bir o kadar da sevimsiz bir eylemin gündeme gelmesi ne hoş bir sürpriz(!) Sürprizin hoşluğu, alışılmış ve ezberlenmiş bir gündemin yörüngesinden saptırılıp bir başka yere çevrilmesinden değil de örneklerini geçmişte de yaşadığımız dayanılmaz ve karşı konulmaz bir saltanat merakını içermesinden geliyor. Dahası müze müdürü olarak tayin edilen kişilerin, müzenin atmosferinden etkilenerek, orada geçmişten geleceğe aktarılan tarihi bir mirası kendi kişisel kaprisleri, tutkuları, merakları ya da bunlar gibi bir nedenle, kendisinin kullanma hakkını elde etmesi gibi bir algılamadan kaynaklanıyor. Garip ama gerçek, bu tür olaylar belirli dönemlerde kronik bir hastalık gibi yinelenip duruyor.
Topkapı Sarayı Müdürü'nün tarihi değerleri olan bir tahtı lojmanına taşımasından söz ediyorum. Dünya müzecilik tarihinde eşine benzerine rastlanmayacak denli garip olan böylesi bir olay, bir bakıma İmparatorluk müzesi olarak da adlandırılan Topkapı Sarayı'nda herkesin gözleri önünde yaşanıyor. Herkes şaşkın, müze müdürü umursamaz, ilgililer ise soruşturma yapılacak gibisinden sonuçları önceden belli olan bir mazeretin ve üstünü bir an önce örtmenin telaşı içinde. Sanırım bu olay da geçmişte yaşanılan nice örnekleri gibi bir süre sonra unutulup gidecek.
Bu olayda tüyleri ürperten asıl neden; ne yarınlara aktaracağımız tarihi mirasın değerinden ne de müzelerimizin kimlere emanet edildiği gibisinden ilk akla gelenlerden kaynaklanmıyor, aksine asıl neden, birilerinin, bir ulusun mirası olan bu tarihi değerleri kullanma yetkisine sahip olma duygusunu taşımasından geliyor. Yani birileri, bir müzeyi ve kendisinin korumakla olduğu tarihi değerleri, kimsenin hesap soramayacağı ya da sormaya cesaret edemeyeceği, babasının malı gibi algılıyor. Diğer bir deyişle bir müzenin müdürü ben isem buradaki her bir şeyi de ben kullanırım diyor. Peki; bu kör cehaletin akıl almaz cesareti nereden geliyor? Böylesine bir sorunun birçok yanıtı olabilir. İlk akla gelen ise böylesine önemli bir müzeye tayin edilen müdürün kişiliği, eğitimi, müzecilik anlayışı olabilir. Ama bu yeterli bir yanıt sayılmaz. Sayılmamalıdır da. Belki en uygun yanıt, bu ülkeyi babalarının malı gibi gören kişilerin verdiği cesaret olabilir. Onlar da bir müzedeki lojmana taşınmak istenen taht-koltuk gibi, kimi koltuk sevdası yüzünden bu ülkenin kimi değerlerini kendi bildiklerince, hoyratça ve umarsızca kullanmıyorlar mı? Ya da böylesine bağışlanamaz bir eylemi kendilerinin en doğal hakkı gibi görmüyorlar mı?
İstanbul’un tarihini değiştirecek önemli buluntulara çanak çömlek parçası olarak isimlendiren, bir siyasal iktidarın, Konya’nın Mevlana Müzesi'nden İstanbul’un Topkapı Müzesi'ne terfi ettirdiği müdürden ne umulur ki! Onu tayin ettiren kişi ve zihniyet bu ülkenin değerlerine ne kadar değer veriyorsa müdürü de o kadar değer veriyor. Ne bir fazla ne de bir eksik. İkisinin tek ortak yanı ise oturdukları koltuklardan daha rahat ve geniş olan bir tahta sahip olmak değil mi? Kimileri oturdukları koltuklarla kendilerine verilenlerle yetinmiyor, daha büyük ve daha değerlisine, halka rağmen zorla sahip olmak, geçmişin kimi sembolik değerleriyle sanki geleceğe ilişkin bir şeyleri söylemek, fısıldamak, hissettirmek istiyor.
Emek, bilgi ve birikimlerin dışında bir başka nedenlerle bir yerlere gelmenin ve de getirilmenin bedelini, Topkapı Sarayı'nın zamana yenik düşen tarihi değerlere sahip tahtları ödememeli.
Onlar böylesine bir yükü üzerlerinde taşıyamaz. Ya kırılırlar ya da üzerine oturanı taşımayıp düşürebilirler.
Çünkü tarihler böyle yazar…
burcakevren@aydinlikgazete.com