Sanal ortamda sanat ortamı

Marx’ın ona yüklediği anlamı görmezden gelen felsefe ve sanat çevrelerinin aymazlığına karşın “sanatın sonu” vargısıyla Hegel’in ne demek istediği şu sloganda en açık anlatımını bulmuştu: “Sanat öldü, yaşasın sanat!” Genç ve romantik şair Marx, Hegel felsefesiyle tanıştığı sıralarda babasına mektubunda (Kasım 1837), “Her değişim, bir ölçüde bir kuğu şarkısıdır; bir ölçüde de bir büyük yeni şiirin başlangıcıdır.” diye yazarken, gerçekten de Hegelci sanat anlayışının romantizminde saklı atılım ruhunu olduğu kadar, onun felsefe sistemini bütünlüklü olarak devrimci bir girişime dönüştürme çabasının yanı sıra felsefe tarihini de yeni bir başlangıca taşımanın eşiğindedir. Marx, daha 19 yaşındayken, eşsiz bir öngörüyle, köklü toplumsal ve düşünsel değişimin köklü bir şiirsel / santsal yenilenmeden geçtiğini yakalamıştır.

İNSANIN ÖZÜ VE SANAT
Hegel, “sanatın sonu” fermanını verirken, felsefesinin özündeki bileşim ilkesinin sanattaki karşılığını göstermişti. Marx, Rheinische Zeitung’ta, ölü olandaki dirim yetisinin saklı oluşunu, “Sanat öldü, yaşasın sanat!” sloganıyla tanımlarken (1842), insanın özünü açığa çıkartacak çok köklü bir toplumsal dönüşümü anlatıyordu: kendini toplumsal ilişkiler içinde gerçekleştiren insanın özgür gelişimi, bireysel yaratıcılığını sanatsal edimlerde somutlaştırmasıyla mümkündü. Her bireyin gereksindiği ve yeteneğini koyabildiği sanatsal gelişme ortamı, çalışma dışındaki özgür zamanın genişlemesiyle var olabilirdi.

Kapitalizmin kâr ve büyüme eğiliminin güdülediği teknolojik gelişme, ekonomik ihtiyaçların karşılanmasında çalışma süresi kısaldıkça verimin yükselişiyle birlikte özgür zamanı genişleteceğine göre, insan, özündeki sanatsal eğilimi yaratıcı etkinliğe dönüştürürken önüne çıkan engelleri birer birer aşacaktı. Marx’a göre insan, fizyolojik ihtiyaçlarını giderdiği, onların baskısından kurtulduğu, çalışma sürecinin dışına çıktığı ve ondan uzaklaştığı anda özgürce edimde bulunma olanağına sahip olur ancak. Bu demek ki, zihinsel emek süreçleri, insanın doğayı -ve kendi doğasını- yine onlardan özgürleşerek dönüştürme süreçleridir. İnsan, bu sırada, nesneler çoğunluğunda bir nesne olmaktansa özneler azınlığında özne olmayı yeğ tutan bir yönelimi güçlendirir; zamanı bu doğrultuda kendi ritmine bağlı kılar.

İletişim araçları, başlangıçta, bireylerin kendilerine ait sanal ortamlar yaratır, yaratıcı etkinliklerini sergileme, herkese hem kendi hem başkaları için sanatsal edimde bulunma fırsatı sağlar. Bu, gitgide, insan teklerinden türsel olana yayılma olanağı da yaratır.

KUŞATMAYI YARMA BİLİNCİ VE İYİMSERLİK
Ne ki başlangıçta bu gelişmenin önünü açan ve insanı buna özendiren kapitalizm, bir süre sonra bu ortamı insanın yıkımı ve tüketilişi yönüne kullanır. İnsanı tek boyutlu varlığa indirgeyerek köleleştirme, evrende her şeyi kendi varlık nedeni olarak görme tutumu baskın gelir. Sermaye, çalışma sonrası tüm zamana iletişim teknolojisiyle el koyacak ve insanı kapitalist üretimin ihtiyaçlarına göre biçimlendirecektir. Basın ve radyoyla başlayıp TV ve İnternet’le yükselen bu süreç, sonunda ceptelin icadıyla hiçbir insanı ve yeryüzünün hiçbir noktasını kendi denetimi dışında bırakmayan bir yayılmacı ve silici aşamaya geldi.

Gerçekşu ki, kapitalizm, kendi mutlak egemenliğini iş saatlerinde makineleşen, onun dışında ise içgüdüsel varlığıyla yetinen yığınlar yaratarak oluşturur. Tüm iletişim araçları, insanı düşünen ve tasarlayan toplumsal varlık olmaktan çıkarmak, onu özünden koparmak üzere tasarımlanır. İçgüdüsel varlıkla kuşatılmış bir akıl, artık her türlü kötülük için kurgulanabilir, yönlendirilebilir. Böyle bir akıl, toplumsal ve evrensel varoluşu, başka deyişle insani varoluşu silinmiş bir varlıktır. İletişim araçları ve özellikle sosyal medya, “ben”i içgüdüleriyle kuşatılmış bir uçuruma geriletirken, ilkel varlıktan çok daha yıkıcı, yok etmeyi amaca dönüştürmüş, tarihsel örneklerinden çok farklı bir varlığa doğru sürekli bozmaktadır.

Sanat için, Marx’ın öngördüğü biçimde kitlesel yaygınlıkta var olmaya elveren, insanın özüne uygun bir teknolojik gelişme, kapitalizmin elinde insanı toptan yok etmeye yatkın bir sürece sokmuştur. Hakikat, yağmur tanelerinden daha çok ve hızlı yağan yalanların güdümünde insana karşı en etkili kıyamet silahına dönmüştür.