Sanat, eğitim ve köşeyi dönme
Provokatif bir başlık algılamasını oluşturmasına karşın, niyetim hiç de öyle değil. Yalnızca herkes gibi benim de kafamı bulandıran ve net bir yanıt vermekte güçlük çektiğim bir konu üzerine yüksek sesle düşünmek istedim. Böylesine bir ortamda “düşünecek bir başka şey bulamadın mı” derseniz de, haksız sayılmazsınız. Ama ülkemizde herkes, her konuda öylesine konuşuyor ki, bunlara bir de ben katılmak istemedim.
Uzmandan geçilmeyen bir toplumumuz var. TV’deki haber programlarında gördüğümüz hep aynı kişiler, ABD’nin küresel politika analizlerinden Ortadoğu sorununa, futbolun inceliklerinden terör analizlerine dek her konuda bir uzman edasıyla –aslında gazetelere yansıyan kimi bilinen doğruları zaman zaman yavan, çoğu zamansa retorik bir dille yineleyerek– birikim sergileme yarışına giriyorlar. Aslında sorunlara getirmeye çalıştıkları çözümlemeler, kimi zaman sorunlardan daha büyük sorun olarak karşımıza çıksa da, onlar bilmedikleri bir alanda bile, bildik oyunlarını sürdürüyorlar. Sanırım daha uzun bir süre de öyle yapacaklar.
EĞİTİM Mİ? O DA NE?
Her ne ise, biz konumuza dönelim... Geçtiğimiz aylarda bir genç kızımız, “o kadar çok çalışıyorum ki, okula gitmeye bile zamanım olmuyor” diye büyük gazetelerden birine röportaj vermiş (Daha doğrusu o vermemiş, ondan istemişler). Genç kızımızın yoğun olarak yaptığı iş dizi oyunculuğu, gidemediği okul ise bir üniversitenin tiyatro bölümünün birinci sınıfı... Yani iş çok, eğitim ise hiç yok... Hakçası eğitimden sonra birçok kişinin bulamadığı işi eğitimden önce bulmuşsa, eğitime ne gerek var? Sondan başlamak bizim kültür sanat ortamımızda artık en yaygın, en kısa, en zahmetsiz –ve de ne yazık ki– en geçerli yol...
Piyasanın koşulları ya da kural tanımayan istek ve ölçütleriyle, o alanda eğitim veren kuruluşların (üniversite, yüksek okul, enstitü, kurs vs.) ilkesel yanları, hiçbir açıdan örtüşmüyor artık. Ya da piyasanın koşulları, eğitim kurumlarının öğretilerinden çok farklı; her dönemin değişkenliklerini öngörerek kendi doğrultusunda şekillendiriyor.
YAŞLI YOSMANIN HÜNERİ
İşi daha da somut hale getirirsek, TV’deki O Ses Türkiye’yi gösterebiliriz. İstisnasız her aile, çocuğunun küçüklükten beri müziğe ilgi duyduğunu, çocuklar ise müziğin kendileri için bir yaşam biçimi olduğunu söylüyor. Ama çoğu, bu ilgiyi eğitimle değil de, popüler jürinin yer aldığı bir yarışmayla yakalamak istiyor. Bu aileye ve onların müziksiz yaşayamayacağını söyleyen çocuklarına hiç kimse niye zamanında bunun eğitimini almadığını ya da bundan böyle almaya niyetli olmadığını sorabilir. Ama aslında bu sorunun hiçbir anlamı yok.
Çünkü işin en acı yanı –ya da bir eğitimci olarak bana öyle geliyor– bu yarışmaya katılanların büyük bir çoğunluğunu da bu alanda eğitim görenler oluşturuyor. Gençlere eğitim verenler bile, bu yarışmaya katılıp köşeyi dönme düşlerine kapılıyorsa, gençler niye kapılmasın ki...
Her şey değişiyor... Bertold Brecht’in deyimiyle, “Yaşlı bir yosmanın tüm hünerlerine sahip” o davetkâr, hiçbir koşulda yadsınmayacak denli ekranın o cazip “köşeyi dönme” programlarıyla kimi eğitim ve eğitmenler de anlamlarını, işlevlerini, konumlarını ve de kimliklerini yitiriyor.
Biz mi yaşlanıyoruz, yoksa bizim kuşağın eğitime odaklı erdemleri mi anlamını yitiriyor? Bilemiyorum...