Sanata darbe tasarısı: TÜSAK

Önce ufaktan ufaktan başladılar, gülerek, gülümseyerek. Şirin, sevimli görünerek... Anımsayacaksınız, seksen kişinin bomba ile havaya uçurulduğunda bile, demeçlerini gözlerinin içi gülerek verdiler. Onlarca kişinin ölümünü konuşurken bile yüzlerindeki gülümseme hiç eksik olmadı, hele ilk yıllarda hep sevimli görünmeye özen gösterdiler.

İlk icraatlarından biriydi liselerdeki Osmanlıca dersleri. "Canım ne olacak?" dedi kimi aydınlar. "Atalarımızdan kalan mektupları okuyamıyoruz, mezar taşlarında ne yazıyor, bilmiyoruz. Osmanlıca, Arapça okutulsun liselerde."

Sanırsınız ki bu aydınların çekmeceleri atalarından kalan Osmanlıca mektuplarla dolu ya da yaşamımız hep mezarlıkta geçiyor da, eskiyazıyla yazılmış dedemizin dedesine ait mezar taşlarını okuyamıyoruz. Bunlar bizi gericiliğe alıştırmanın ilk adımlarıydı, anlamadılar. Bunlar küçük alıştırma, ısındırma icraatlarıydı. Sonunda alıştıra alıştıra 4+4+4'e, ardından TÜSAK'a kadar geldi iş. Anımsayacaksınız, özellikle iktidarlarının ilk yıllarında anlı şanlı yazarları, gazetecileri yanlarına almayı unutmamışlardı. Öylelerini buldular da... Onlarla görünmek, büyük yazarlarla sanatçılarla görünmek bir taktikti aslında. Gericiliklerine sanatçılardan, yazarlardan destek aramayı ihmal etmediler. Kimi yazarlarımız Köşk'te yemek bile yediler, resimler çektirdiler. Sonra da kanal kanal dolaşıp o yemeği niye yediklerini, bunların öyle korkulacak yaratıklar olmadıklarını anlatmaya çalıştılar. Tuncay Özkan, Mustafa Balbay içeri alınırken, Cüneyt Arcayürek'in banka hesapları araştırılırken, hiçbir yazar örgütü ses çıkarmadı. Bu arkadaşlarımızın birer yazar olduklarını yazar örgütleri fark etmediler. Cumhuriyet düşmanlığıyla sanat düşmanlığının iç içe gideceğini sezemediler, göremediler ya da görmek istemediler. Gericilerin uydurduğu Türkçe açısından yanlış olan "laikçi" sözcüğüne kimi aydın geçinenler bile itibar ettiler. Sahi ne oldu o "laikçi" sözcüğüne? Beş altı yıl öncesine kadar edebiyatla sanatla ilgili en az beş derneğe üyeydim. Şimdi hiçbirine üye değilim. Ayrıldım. TÜSAK'a gösterilen tepkinin ardından Türkiye Sanatçılar Birliği kurulursa, ilk üyelerinden biri ben olacağım. Bizleri baskı altına almak isteyen dinci faşizme karşı yaratabileceğimiz en büyük örgütümüzü yaratmalıyız. Her parçamız bir yerde olmamalı. Tek çatı altında toplanmalıyız. Başka çaremiz yok!

Geçen hafta sanatçıları Ankara'da TÜSAK'a karşı bir araya getiren kurultaya ben katıldım. Geleceği elinden çalınmak üzere olan konservatuvar öğrencilerini de dinledik, yetmişini aşmış sanatçıları da... Bu tasarıya göre, Devlet Tiyatroları, senfoni orkestraları, devlet opera ve balesi dağıtılacak. Futbolcular, basketbolcular bile bir takım içinde bir araya gelip var olurlarken, kendi kurumlarını yaratırlarken, sanatçıların ait oldukları takımları, toplulukları, kurumları yok edilecek. Bizim sahip olduğumuz sanat kurumlarının hiçbiri öteki İslam ülkelerinde yok, bizde de olmayacak. Amaç bu, bizi Arap ülkeleriyle eşitleyecekler...

Sözünü ettiğimiz kurumlara eleman yetiştiren üniversiteler ne yapar acaba? Siz hiç seslerini duydunuz mu? Bir tek Hacettepe'ye bağlı konservatuvardan bir ses geldi sanırım. Üniversitelerimiz gene sessiz.