Sanayi ve kalkınma
Ulusal bütünlüğümüz kuşkusuz, en büyük servetimiz. Öte yanda, işsizlik, "yapısal meselemiz", sanayileşme ise vazgeçilmez idealimizdir... Bunları birleştirip okuyalım: 'Sanayileşme', istihdam sağlayacak, 'istihdam'la ekonomimiz gelişip güçlenecek, güçlü bir ekonomi ise, ulusal birlik duygumuzu daha da güçlendirecektir. Bu açıdan sanayileşme kıvamımıza büyük önem vermeli, küçük-büyük demeden sanayi yatırımlarını desteklemeli ve yurt genelinde adil dağılımına özen göstermeliyiz. Sanayileşme alanında geçmişi doğru okumalı, gelecek açısından en etkin şekilde konumlanmalıyız. Sanayileşme milli bir mesledir. Sanayileşme bayrağını yüksetmek zorundayız.
KARMA EKONOMİ VE DEVLETÇİLİK
Sanayileşme; fabrika, teknoloji, kaytılı emek, kurallı piyasa, rekabet eden, kalkınan bir ülke demek... İkamesi yoktur, mecburi istikamettir! Cumhuriyet ilan edildiğinde, sermaye yapısı ve emeğin yüzde seksen beşi gayrımüslümlerin ve tesislerin yüzde doksan biri özel tüzel kişilerin elinde olmak üzere 281 sanayi kuruluşu vardı. Adına "fabrika" denebilecek ve Osmanlı'dan kalan sedece Hereke'de İpek Dokuma, Feshane'de Yün İplik, Bakırköy'de Bez ve Beykoz'da Deri üretim tesisleri vardı... Atatürk'ümüzün karma ekonomi modeli ve devletçiliği ise, bu topraklar üzerinde yüzlerce sanayi kuruluşunu, çağının modern fabrikalarını, bankaları, demiryolları başta ulaşım ağını inşa etti. Günümüz gerçeğinde, karma ekonomi modeli ve devletçilik anlayışı, aynı dercede geçerlidir.. Dahası dünyanın içinde girdiği bunalım çevrimlerinden sakınmanın geçerli yolu da; Atatürk'ümüzün yoludur...
HASILA'DA VE 'İSTİHDAM'DA SANAYİ
Cumhuriyet'le beraber başlayan sanayileşme hamlesi arkada kalan yıllarda çoklukla verimkar kazanımlarla gelişti, ne ki, ekonominin durgunluk dönemlerinden payını aldığı ve akamete uğradığı çevrimler de yaşandı. Gayrısafi yurt içi hasıla (GSYİH) açısından bakıldığında 1960'da Tarımın yüzde 37.50, Hizmetlerin yüzde 46.80 olan payı Sanayi açısından yüzde 15.70'lerdedir. 2019 yılı verilerine göre istihdam büyüklüğü açısından Hizmetler yüzde 38.9 iken, Sanayi yüzde 28.1 düzeyindedir. Geçen yıllar boyunca sanayinin hasılatımız/hasılamız içinde payı yeterince gelişmemiş, o arada, son yıllarda kamu veya özel sektörün "sanayi istihdamı" beklenildiği düzeyde artmamıştır. Oysa, "etkili" anlamda bir sanayileşmeden söz edebilmek için; özellikle imalat sanayinin GSYİH oranının ve ihracat gelirleri içinde sanayi ürünlerinin payının, görece "doyurucu", hacimce geniş, hasılatça dolgun olması gerekmektedir. Bu parametre dış ticaret dengeleri açısından da önemidir...
SANAYİLEŞME, TASARRUF VE FİNANSMAN
Ne var ki, ihracat açısından ithalata bağımlılık durumumuz çok açıktır. Türkiye, 1 dolar kazanabilmek için 70 centlik ara mal veya hammaddeyi dışarıdan satın almak zorunda kalmaktadır. Öte yandan dış borçlar, döviz açıkları ve nihayet cari açık yükünün kırılganlaştırdığı ekonomide sanayinin en güzel yapıtlarını yükseltebilmek için gereken tasarruf kıvamından da uzaklaşmış bulunmaktayız. Sanayileşmeyi besleyen bir finansal yapımızdan söz etmekse, güçtür, borsa hamiline yazılıdır, faiz manivelası, paramızın plasmanını üretken yatırımlara değil, statik yatırımlara kaydırmaktadır. Türkiye sanayileşme hedefinin arkasına tasarrufun ve finansal kurumların gücünü koymalıdır. Bu değirmeni döndürmenin, bu çarkı çevirmenin başka akılcı çaresi yoktur.
EĞİTİMLE DESTEKLENEN SANAYİLEŞME
Türkiye'nin sanayi yapısının ağırlık sıkletinde düşük ve orta teknoloji grubundaki kuruluşlar vardır. Türkiye'de Teknoparklarımız her geçen gün gelişmiş, Organize Sanayi Bölgeleri kent bölge yükselmiştir ancak, Araştırma-Geliştirme'ye yeterince kaynak ayıramadığımız için teknolojik gelişme temelindeki "yüksek kalibreli" tesis sayımız henüz yeterli değildir... Eğitimle endüstrinin bağını pekiştirecek, sanayi kuruluşlarını mesleki beceri ve uzmanlıkla tahkim edecek, 4. sanayi devriminden, yazılıma rekabet olanaklarını sanayi tesisleri açısından içselleştirecek eleman gücünü yetiştirmek ve 'yerleştirmek' zorunda olduğumuz gerçeği tez elden kavaranılmalıdır.
YENİDEN DPT !
Sanayileşmenin çağdaş-fikirsel motoru kuşkusuz 1960-2011 yılları arasında varlığını sürdüren Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) olmuştur. Türkiye'nin uzun ve kısa vadeli planlarını üreten, bunlardan yıllık prorgamlar türeten ve bu programları sektörler bazında temellendirerek, finansman bağını kuran DPT olmuştur. Ne ki, Türkiye'nin ithal ikamesiyle başladığı sanayileşme hamlesi, 80'li yılların virajında yerini ihracata dayalı kalkınma anlayışına terk etmiş, 90'larda özelleştirme ve neo-liberal iktisadın her yanı saran popülartiesi, 2000'li yıllarda sıcak paraya dayanan borç çeviriminin yeğlendiği bir iklimle tamamlanmıştır. Bu son dönemeçte, sanayileşme ve kamu yatırımlarını geri planda bırakılmıştır. O arada DPT'de yerini Kalkınma Bakanlığı'na bırakmış, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı kurulmuştur. Ancak DPT'nin bir zamanlar "bürokrasi içinde en zıt düşüncelerin bile özgürce ifade edilerek" nihai verimin/sentezin karar noktalarına taşındığı o özgün halini aramak gerekir. Tasarruf, yatırım, istihdam, üretim (ve dış satımın) öneminin vurgulandığı bu günlerde, eskisinden daha işlevsel bir DPT'nin etkin bir sanayileşme politikasına büyük katkıları olacaktır.
"SANAYİ TOPLUMU" OLMAK
Sanayileşmiş olmak, gelişmiş bir toplum olmanın da ana göstergelerinden biridir. Sanayileşmek, teknolojiyi değerlendirmek, küçük, orta, büyük endüstriler kurmak, hammaddeyi işlemek, tanımlı işler sağlamak, değişim değeri olan malları üretmek, rekabet dünyasında katma değer ile yer almak demektir... Konun bir başka veçhesi daha var... "Sanayi yeterliği" olan bir toplum aynı zamanda güzel sanatlarda, sporda, kültür alanında verimli ürünler elde edilen, yaşam kalitesinin yükseldiği, insanların kendilerine ve ailelerine kaliteli zamanlar ayırabildiği bir toplum demektir. O arada katılımcı yurttaş, bilinçli seçmen demektir. Bir yaşam tanımı yapıyorsak eğer, içine mutlaka bir plan anlayışını da koymalıyız. "Sanayileşme" derken de tarımı ihmal etmeyen tam tersine tarım alanında da sanayileşmeyi gözeten, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel bütüncül kalkınmaya dayalı, planlı bir yaklaşımı temel almalıyız.
TOPLUMUN BEKLENTİSİ
Sanayileşme ve Kalkınma siyasetin temel görev alanlarından olmalıdır. Toplumun da beklentisi bu yöndedir. Kaldı ki, Tam Bağımsızlık idealini daim yaşatması gereken Türkiye, Dünya ile entegre olurken, uluslararası rekabet denizinde güvenle yol alırken, daha çok daha nitelikli küçük, orta, büyük ölçekli sanayi yapılarına gereksinme duymaktadır. Bu yapıların bölgesel ve sektörel planlama anlayışıyla yükselmesi, refahın paylaşılması ve sürdürülebilir kalkınma hedefine bağlı kalınması açısından da elzemdir.
BANKASIYLA ENERJİSİYLE SANAYİLEŞME
Türkiye, sektörel, bölgesel ve ulusal uzun vadeli sanayileşme planları hazırlayarak, orta ve kısa vadede programlar üreterek, küçük-orta girişimcilerini daha fazla desteklemeli, organize sanayi bölgelerini daha çok teşvik etmeli, yatırımcısını, üreticisini bankalarıyla güçlendirmelidir. Türkiye enerji alanında yenilenebilir doğa dostu kaynaklara önem vermeli, bu alanda mutlaka milli bir politika izlemeli, enerji politikamız sanayi politikamızla örtüşmelidir. O arada, eğitim ile endüstrinin bağı güçlendirilmeli, meslek veren okullaşma oranı ve niteliği alabildiğine artırılmalıdır. Nihayet, “Sanayi” ve “Kalkınma” kavramları ayrılmaz bir bütündür. Kalkınma/ gelişme anlayışı ve kavrayışıyla, sanayileşme hedefleri tanımlanmalı, Türkiye, "sanayi ülkesi" ve "sanayi toplumu" olarak bölgesinde ve Dünyada hakettiği yeri almalıdır.