Savaşın sazları

Savaş… Belki de insanlığın en büyük baş belası. Yakan, yıkan, yok eden bir ateş. Geride; yürek burkan, utandıran, acı veren, kimi zaman da şaşırtan hikayeler, şiirler, notalar, resimler, fotoğraflar bırakan savaş. Yalnızca insan hikayeleri mi? Nice enstrüman hikayeleri de bırakmıştır savaş. Bazen bir keman, bir kaval, bir akordeon, bir laterna ya da bir piyano…

BEYOĞLU’NDA BİR PİYANO(!)

Beyoğlu’nda Pera Müzesi’ni bilirsiniz; kültür sanat ortamının iç içe olduğu bir mekandır. Resimden, çiniye, Klasik Dönem, Beylikler ve Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet dönemi başta olmak üzere, Anadolu’nun ev sahipliği yaptığı birçok uygarlığa ait 10.000 civarında objeyi barındıran bir mekandır. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın hayallerinin vücûd bulduğu ve çıkardığı yayınlarıyla da ulusal iftihar noktalarımızdan biridir. Film gösterimleri, özel günlere ait öğrenme programları, atölyeler dahil cıvıl cıvıl bir alan. Kısacası ‘’köklerinden güç alarak yürüyen Türkiye Aydınlanması”nın karargâhlarından biridir Pera Müzesi.
Diyeceksiniz ki savaştan müzeye nasıl geldik. Anlatayım..

Müzenin sıkça gittiğim kafeteryasında sizi önce sessiz sakin kuyruklu bir piyano karşılar. Yıllardır dikkat ederim özel davetlerin dışında günlük gelen misafirlerin büyük bölümü piyano ile pek ilgilenmez, yemeklerini yiyip selfilerini çekip giderler. Yıllar önce bir gidişimde yanından geçerken piyanonun bana”seslendiğini” hissettim. Muhteşem kadın sesleriydi duyduklarım; hepsi farklı tonlarda aynı şeyi söylüyorlardı: “Şşt! yaklaş, sana anlatacağımız bir şeyler var…”. Steinway piyanoya ve “kadın seslerine” doğru attığım her adım beni yalnızca piyanoya ve seslere değil, yıllar öncesine, inanılması zor bir hikâyeye götürdü.

NEW YORK – ATİNA

Asıl adı Maria Kalogeropoulou olan dünyaca ünlü soprano Maria Callas, 2 Aralık 1923 günü New York’ta doğar. 13 yaşındayken Yunanlı anne babası boşanınca ablası ile Atina’ya yola çıkarlar. Götürdüğü eşyaları arasında babasının New York’ta aldığı piyanosu da vardır. Maria müzik eğitimine Atina Konservatuvarı’nda devam eder. Hocası efsane koloratur Soprano İspanyol Elvira de Hidalgo’dur. Hidalgo yine dünyaca ünlü Enrico Caruso ile defalarca sahne alan bir ustadır. 2. Dünya savaşı başlarında İtalya’dan Atina’ya zorunlu gelmiş bir primadonnadır. Savaş Yunanistan’a doğru ağır ağır yaklaşırken, Maria Callas Atina’da çok genç yaşta opera sahnesine çıkmaya başlar. Callas sonrasında Amerika’ya babasının yanına dönmeye karar verir ve piyanosunu hocası Hidalgo’ya hediye eder.

ATİNA – ANKARA

O tarihten çok daha önceleri (1936) Atatürk’ün Ankara’da kurduğu konservatuvarın başında o yıllarda Carl Ebert vardır. Carl Ebert Nazi karşıtı olduğu için Arjantin’e yerleşmiş bir Alman tiyatro-opera yönetmeni, oyuncusu ve eğitmenidir. Ebert saldırı altında, açlık, yoksullukla boğuşan Yunanistan’dan Elvira de Hidalgo’yu Ankara’ya davet eder. Hidalgo sevinerek geldiği Ankara’ya Callas’ın hediye ettiği piyanoyu da getirir. Zorunlu savaş yolculuğuna piyano da katılır. Callas’ın piyanosu Atina’dan Pire’ye, oradan da gemi ile İstanbul’a gelir. Karaköy rıhtımına yanaşan gemiden indirilen piyano, bir tekne ile Haydarpaşa’dan trenle Ankara’ya ulaşır. Burada Hidalgo 2 yıl boyunca Leyla Gencer ve Suna Korat’ın şan eğitimlerini de destek verir.

Savaş rüzgarının alazından tuşlarını korumaya çalışan piyanonun New York’ta başlayan serüveni, onu Türkiye’nin başkenti Ankara’ya kadar getirmiştir. Hidalgo 1947 yılınca rahatsızlanır ve Milano’ya gitmeye karar verir. Piyanoyu götürecek durumda olmadığı için biricik dostu Mordo Dinar’a bırakır. Mordo Dinar müzikle yakından ilgili, tanınmış bir hukukçudur lâkin bir süre sonra evinde yer olmadığı gerekçesi ile piyanoyu bir antikacıya satar. O yıllarda Maria Callas’ın şöhreti iyice artınca Mordo Dinar pişman olur ve piyanoyu antikacıdan 2 katı fiyat ödeyerek geri alır.

BİR KADEH RAKI BİR TAZE LÜFER …

Hukukçu ve edebiyatçı Yiğit Okur, Suna ve İnan Kıraç’ın verdiği bir davette piyanonun hikayesini Mordo Dinar’dan öğrenir ve Piyano adlı romanı yazar. Mordo Dinar 2002 yılında ölünce İspanya’da yaşayan kızı Yiğit Okur’a bir mektup yazarak piyanoya sahip çıkması için ricada bulunur. Madrid’den gelen mektupta şunlar yazmaktadır: “Piyano romanınız oldu. Ona sahip çıkın” Bunun üzerine Yiğit Okur, güvenilir ellerde korunması ve sergilenmesi için piyanoyu almalarını Suna ve İnan Kıraç çiftine teklif eder. Mordo’nun İspanya’daki kızına bunun karşılığında ne kadar ödemeleri konusunda haber gidince şu yanıt gelir:

“İstanbul’a gelişlerimden birinde, beni Boğaz’ın salaş meyhanelerinden birine götürün, bir kadeh rakı, bir taze lüfer piyanonun bedelidir. Yeter ki kaybolmasın, değeri bilende kalsın.” İnan Kıraç tabii ki bedel ödemeden kabul etmez.

Günde yüzlerce insanın ziyaret ettiği Pera Müzesi’nde sizi karşılayan piyanonun yanına yaklaşın ve dinleyin. Maria Callas’ın, Leyla Gencer’in, Suna Korat’ın aryalarını mutlaka duyacaksınız. O yalnızca bir piyano değil; insanlığın akordunu bozmaya yeltenen savaşa karşı direnmiş ve zorunlu insan göçlerine yoldaş olmuş yaşayan bir tarih.
O tarihe sahip çıkanlara sanatçı kalbimle bin çiçek bin teşekkür…