Savaşta habercilik
Savaşlarda iki tür haber vardır: Savaşı kazanmaya hizmet eden haber ve bozguna hizmet eden haber. Ve savaşlarda iki tür habercilik vardır: Savaşanların haberciliği ve bozguncuların haberciliği.
BAŞARI VE BOZGUN GERÇEĞİ
Her iki habercilik de gerçekler adına yapılır. Başarıya katkıda bulunan haber de gerçektir, bozguna hizmet eden haber de bir yönüyle gerçektir. Yalan haberin, kara propagandanın, “dezenformasyon” diyorlar ya Türkçesi bilgi bozmanın bile bir gerçekliği vardır. Çünkü yalancıların, kara propagandacıların, bilgi bozucuların varlıkları da bir gerçektir. Verdikleri haber, bozguna hizmet eder.
Her savaşta yenilgi ve bozgun, bir olasılıktır. Bu bağlamda bozguncunun haberi de bozgun olasılığıyla bağı nedeniyle gerçeğin bir yüzüdür. Yalan haber de, bozgun durumunda gerçeğe dönüşür. O zaman yalancıların hakikat adına sahne aldıklarına tanık olunur.
SAVAŞÇININ VE BOZGUNCUNUN HAKİKATİ
Gerçekler karşısında savaşçı ile bozguncunun tavrı, gerçeğe baktığınız mevziye göre cephe cepheyedir. Türkiye tecrübesinden bir örnek verelim: İstiklâl Savaşımızda 1920 yılı ortalarında, Meclisteki bozguncular, “Millî kuvvetler dağılmıştır, Ordunun manevî kuvveti kalmamıştır, asker kaçıyor” diyorlardı. Gün onların günüydü.
Ancak her zaman hakikat savaşçısının da bir sesi vardır. Mustafa Kemal Paşa, kürsüye çıktı. “Evet efendiler, dağılmıştır. Fakat bu avamın ifadesidir. Efendiler, onlar dağılmamış, çekilmiştir. Şu istikamette veyahut bu istikamette çekilmişlerdir ve yürümüşlerdir efendiler.” dedi (“Büyük Millet Meclisi’nde Yurt Savunması Kuvvetlerinin Durumu ve Milletin Maneviyatı Üzerine Konuşma”, 8 Temmuz 1920, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, cilt 9, s.29)
Bozguncunun mevzisinden baktığınız zaman hakikat, Türk askerinin Doğu istikametinde kaçtığıydı ve dağıldığıydı. Savaşanların mevzisinden hakikat, Türk askeri Doğu yönünde yürüyüşe geçmişti.
HANGİSİ HAKİKAT
Acaba hangisi hakikatti?
Hakikat, maddenin hareketindedir. Hakikati süreci anlayarak saptayabilirsiniz. Türk Ordusu İstiklâl Savaşı başlarında Anadolu içlerine doğru geri çekildikten sonra Sakarya’da bir direnme mevzisi kurdu. Bir yıl geçmeden Büyük Taarruz başladı ve düşman denize döküldü. Demek ki, geri çekiliş döneminin hakikati, Türk Ordusunun bir hatta tutunmak için Doğuya doğru yürüyüşe geçmiş olduğuydu. Dağılsaydı, Sakarya’da tutunamaz ve Büyük Taarruza geçemezdi.
Bozguncular da düşmanla birlikte denize dökülmüş oldular. Onlarla birlikte “hakikatleri” de bozguna uğradı.
DEPREMLE SAVAŞIN HABERCİLERİ VE BOZGUNCULARI
Bugün Türkiye depremle savaşıyor.
Depremin getirdiği yıkıma karşı savaşanlar var. Onlar millî devletin güçleridir ve halkın büyük çoğunluğudur.
Hiç bozguncusu olmayan bir savaş görülmüş müdür? Depremle savaşın da bozguncuları var. Onlar depremin yıkıcı dalgalarından aldıkları cüretle Türkiye’nin üzerine arsızca geliyorlar.
Deprem, emperyalistlere ve bozgunculara fırsat verdi. Öyle bir fırsat ki, her olumsuzluğu bir hakikat gibi yayma fırsatı.
YIKINTILARA BAKIŞLAR
Bozguncu, depremde yalnız yıkıntıları görür. O yıkıcılığa teslim olan korkaklığı, namussuzluğu, hırsızlığı, yağmacılığı, savaş kaçkınlığını, bölücülüğü sergiler ve kışkırtır.
Savaşçı ise, yıkıntılara bakarken, o yıkıntıların altından kalkacak olan vatanseverliği, insan sevgisini, cesareti, namusu, emeği, fedakârlığı, çalışkanlığı, dayanışmayı, elbirliğini ve devlet kudretini görür.
Bozguncunun hedefinde devlet vardır, hükümet vardır, ordu vardır, polis vardır, Türk milleti vardır, misafir Suriyeli vardır, konuğumuz Afgan vardır. Bozguncunun devleti ABD emperyalizmidir.
Savaşçı ise, depremin getirdiği yıkımla savaşırken, düşmanla ve bozguncuyla da cephe cepheye gelmiştir.
Depremle savaşan savaşçı, yıkımdan devlet gücüyle çıkacağımızı bilir. O nedenle Devlet yıkıcılığına karşı cepheyi sağlam tutmak durumundadır.
HABERCİNİN MEVZİSİ VE SESİ
Savaşçılar ve bozguncular, kameralarını bulundukları mevziden konumlandırırlar, o mevzide video çekerler, deklanşöre basarlar, haber yazarlar, haber verirler.
Savaşçının ve bozguncunun haberleri gibi sesleri de birbirine benzemez.
Depreme karşı savaşanların savaş borazanları vardır. Kalk boruları, taarruz boruları vardır. Savaşçının mevzisinden ölümü göze alan boru sesleri gelir, gereğinde ölmeyi emreden borulardır onlar!
Bozguncular ise, kalk borusuyla “borazan” diye alay etmeye kalkışırlar. Oysa o savaş borazanları, düşman çizmesi milleti çiğnemesin diye yiğitleri ayağa kaldıran borazanlardır.
YEMİN BOZANLARIN BORAZANLARI OLAMAZ
Bozguncunun borazanı yoktur. Çünkü bozguncu sinsidir.
Sinsinin borazanı olmaz, olsa olsa yılan gibi ıslık çalar.
Yalancının borazanı olmaz, işlerini fısıltıyla yürütür.
Yalancının yüzü yoktur, maskesi vardır. Devlet ve halk düşmanlığını “insan hakları” dolandırıcılığıyla ve “emekçi sınıflar” yalancılığıyla maskeler.
Bozguncu, madencinin de karşısındadır, fırıncının da karşısındadır, Mehmetçiğin de karşısındadır. Umutlarını emperyalizme satmıştır.
Borazan oturarak çalınmaz. Borazanın başı eğik değildir. İzcilik ve askerlik yapmayanlar, fotoğraflara baksınlar, bütün borazanlar göğe bakar.
Bozguncunun kara propagandası ise, yalnızca kara toprakta sürünür, yüzü yerdedir. Ağzı yalanın ziftiyle doludur, üfleyemez. Çünkü bozguncu, halka karşı depremin yanındadır, millete karşı düşmanın eteğine yapışmıştır, arslan değil yavşaktır, namuslu değil mızıkçıdır, karara bağlı olan değil karardan cayandır.
Bozguncu, ancak düşman kazanırsa mızıka çalabilir. O mızıka da düşmanın mızıkasıdır.
Bozguncu, yeminini bozandır.
KİTAP
Olaylara bir savaşçı nasıl bakar konusunda, Mustafa Kemal Paşa’nın ders değerindeki bu konuşmasını ikinci sayfamızda yayımlıyoruz.
“Büyük Millet Meclisi’nde Yurt Savunması Kuvvetlerinin Durumu ve Milletin Maneviyatı Üzerine Konuşma”, 8 Temmuz 1920, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, cilt 9, s.27 vd.