Savulun kar geliyor
“Meteorolojinin kar haberini vermesinin ardından, ülkemizde romantizm akımında artış görüldü. Kar sevinci bütün ülkeyi sardı.”
Kar deyince akla ilkokul sınıflarındaki o meşhur mevsim tablosu gelir. Şişko bir kardan adam. Şimdi “kardan yapılmış özgür birey” diye tarif ediliyor kimilerince.
Sonra Bolu dağında mahsur kalan araçlar ve onları traktörleriyle saatliği 100 tl’ye (şimdilerde daha fazladır) çekmek için bekleyen köylüler…
İstanbul’da yürürken düşenleri görürüz beyaz camda sonra.
Sonra “karlı bir gecede dostu uyandırmak” daha kolaydı. Teklifsizlik, zor değildi öyle.
Nostaljiden bunlar kalıyor aklımda. Daha eskiye gidince, -yani bizim kuşağın yaşamadıklarına- Cemse kamyonlar, arkası yarınlar, ninelerin anlattığı masallar var. Tilki ve Karga masalı dışında bir masal anlatılmadı bana. Şanssızlık!
Bir de şu klişe var tabi:
“Kardan adamın burnuna havuç takan insanlardık biz; çay içer kederlenir, kestane pişince sevinirdik Sobanın üzerindeki mandalina kabuklarında yaşardık bir vakit.”
Ya da şimdilerde şu:
“Şimdi ormanda bir kulübede olsak seninle, ne telefon, ne twitter; bir Netflix bir de sen.”
Kar demişken, Kars’ı ve Pamuk’u unutmamak gerekir. Çünkü Pamuk “Elhan-ı Şita”nın günümüz Türkçesi’dir artık. Generalimizin Nobelli kitabında “Şeyh’im beni Kars’a ışınla” gibisinden konuşuyordu. Nasıl konuşmasın, Kars’ta jilet gibi yüz dolarları çıkartmanın yolu kıldan ince, kılıçtan keskindir elbet. Ne ilginçtir yaklaşık bir yüzyıl sonra Pamuk, Kuvayi Milliyecilerle uğraşmaya devam ediyor. Demek yüzyıl boyunca yağan kar, Kurtuluş Savaşı’nın onlarda bıraktığı acının üzerini örtememiş.
İlginç bir tesadüftür: Cenap Şahabettin’in işgalcileri savunması, “büyük şair” olmasıyla örtülür. Pamuk için de öyle diyorlar ya. Dünyanın en büyük romancılarından biri ama Türkçe bilmiyor. Olsun canım, kıyamet mi kopar!
Gelelim kar soğuğunu yüzümüze bir tokat gibi indiren gerçeklere:
Bilmem gördünüz mü, evsiz bir vatandaşımız, yorganını paylaşmış kediyle. Ne ilginçtir, haberi yapan gazete bunu iç ısıtan görüntüler diye vermiş. Oysa utanç verici olmalıydı, konut fazlası olan ülkemizde evsiz vatandaşlarımızın olması. Neyse ki İstanbul Valiliği yurttaşlarımızı yerleştirmiş otele. Göz kapaklarımızı kapatabilir, kalbimizin zembereğini kurabiliriz eski ritmine.
Kar kış,kıyamet… Neden bu üç sözcük yan yana gelir ve tamamlar birbirini. Bir de kara kış vardır, insanın ayaklarına kara sular indiren, kara kış.
“Tabutta rövaşata” gelir aklıma.Uyuşturucu övgüsü var denir, karamsarlık var denir. Haksız değildir belki bu eleştiriler peki ya evsizlik yok mu?
Sonra Vedat Türkali’nin şiirinde geçen Tophane’nin karanlık sokakları, sonra sabahçı kahveleri, çorbacılar yok mu?
Hakkâri’de yalnızca bir mevsim mi kış?
Liste kabarık ve dahası…
İnsanın dünya âleminden bir kenara atılmışlığı mesela…
Ya da insanın soysuzlaşması…
Kar bütün günahları örtüyor mu?
“Sen ey kendiyle yetinen”
Eğer ciğerin delinmiyorsa bütün bunlara “Hiç çıkma ekmek” sözünü duymamış kadar kötüsün demektir. İstediğin kadar kedi sev ve istediğin kadar oyna yalnızlığınla!
Belki bu yüzden, bütün bu gerçeklerin bizi içine alması yüzünden, bu mevsimde Akaki Akakiyeviç’in hayaleti dolaşır ve kar Marmeladov’un sarhoşluğu kokar, biraz.
Fakat o en çok eski Anadolu’dur ve Emreler soyundan Cemal Süreya, Dıranas’ın şiirini o edayla okur:
“Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!”
Kapanır perde: Kar geliyor, savulun!