Sayın Başbakan,

“Açılım” politikanız ile ilgili olarak bizimle görüşme arzunuzu ifade eden mektubunuzu aldım. Bu vesileyle bu konudaki bazı tespitlerimi ve değerlendirmelerimi açık bir dille size iletmenin yararlı olabileceğini düşünüyorum.
Önce, “Açılım”ın içeriği, çerçevesi ve ilkeleri ile ilgili herhangi bir somut açıklamanın yapılamamış olması, müphemiyetin arkasında nelerin hedeflenip saklandığı sorularını davet etmiş, o da milletimizin tedirginliğini, kaygılarını hızla arttırmıştır. Bu öngörülmüş belirsizlik, bir yandan; Anayasamızdan “Türk Milleti” sözünün çıkarılacağı, Eğitim dilinin değiştirileceği, PKK’ya af çıkarılacağı, İmralı’dan gelecek yol haritasının “uygun bölümlerinin” değerlendirileceği beklentilerine yol açmış; öte yandan kurulan ilişkiler, verilen umutlar sonucunda “dağ fare bile doğurmadı” hayal kırıklığına neden olmuştur. Daha sonra da bu hayal kırıklığını telafi etmek için yoğun ikna çabalarına gerek duyulduğu ortaya çıkmıştır.
Bugün ise “anaların gözyaşını dindireceğiz, şehit cenazelerine son vereceğiz” şeklinde ifade edilen bir temenni ve iyi niyet beyanlarına dayalı bir politika ile karşı karşıyayız.
Aslında bu bir politika değil bir propagandadır. Çünkü hangi tedbirler alınacak, hangi çareler uygulanacak, hangi tavizler verilecek belli değildir. Milletimizin huzuru, barışı, birliği ve bütünlüğü için bu kadar önemli ve hassas bir konuda böylesine ucu açık, bulanık ve sahipsiz bir sürecin işletilmesi, sonuç ne olursa olsun daha şimdiden tahribatını hissettirmeye başlamıştır.
Devlet politikası olarak ilan edilen açılımın artık bu niteliğinin tartışmalı olduğu daha yolun başında yapılan bazı açıklamalarla ortaya çıkmıştır.”Açılım”ın isimlendirilmesi ile ilgili yaşanan tereddütler aslında bu sıkıntılı durumu yansıtmaktadır. Önce “Kürt Açılımı” diye başlanmış, daha sonra “Demokratik Açılım” denilmiş, son olarak da “Milli Birlik Açılımı”nda karar kılınmıştır. Ne yazık ki, bu açılım politikası hızla ayrıştırıcı sonuçlar vermeye başlamış, politikanın adını, “Kürt Açılımı”ndan “Milli Birlik Açılımı”na değiştirmek de bu durumu örtmeye yetmemiştir.
Kürt açılımı ile ilgili olarak bir anayasa değişikliği konusunda İçişleri Bakanı ile Başbakanın çelişkili açıklamaları güven kaybına, inandırıcılık ve samimiyet sorgulamasına neden olmuş, milletimizin kaygıları daha da derinleşmiştir.
Uzun vadede de olsa bu konuda düşünülen bir Anayasa değişikliğinin, “Türk Milleti kavramı” ile “eğitim dilinin Türkçe olması zorunluluğunu” hedef alacağı açıktır.
PKK’nın siyasi hedefleri ile örtüşen böyle bir Anayasa değişikliği açılımının bizzat kendisi bir huzursuzluk kaynağı haline dönüşmüştür. .....”*Mektubun devamı var. Devamında şöyle deniyor:
“[Bütün bunlar] Açılım Politikası”nın gerçek hedefinin, bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel sorunlarının çözümü olmadığı, milli bir ayrışma peşinde koşan terör örgütünün siyasal amaçlarına yönelik bir açılımla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.*Mektubun tarihi 12 Ekim 2009. Sesleniş bölümündeki Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. İmza sahibi o zamanki CHP Genel Başkanı Deniz Baykal.
2009 sonbaharında doğrudan dönemin başbakanına söylenmiş olduğu üzere, şimdi 2016 baharında sorun, “milli ayrışma peşindeki terör örgütünün siyasal amaçlarına hizmet eden açılım”cılığın Yeni Anayasa basamağına yükselmiş olmasıdır.
Yeni-Anayasa’ya başkanlık rejimi sosu dökmek, bu özü gizlemeye yetmez.
Yeni-Anayasaya Geçit Yok!