Sayısalcılar daha mı akıllı

Sınav sonuçları açıklandı. Genel başarı oranı çok düşük. Çocuklar serseme döndü, doğru. Neredeyse sınava girene kadar bir öyle, bir böyle. Hatta başlarda olacak, olmayacak bile dendi. Belirsizlik sürdü. Kendilerine güvenleri sarsıldı.

Çuvalla şeker de yeseler, torbayla okumuş pirinç de kâr etmeyecekti :)

Ağlanacak halimize şaka yapıyorum gibi... ama yazarken kendime moral veriyorum galiba. Yeter artık diye bağırasım geliyor.

Elbette başarısızlıktaki esas etken bu yaşanan belirsizlik süreci değil.

Eğitim sistemi ilköğretimden bu yana masaya yatırılacak. Anlayışlar, ihtiyaçlar tartışılacak. Ondan sonrası kolay. Aklın yolu bir. En yaz boz tahtası olan “eğitim ve öğretim” tahtası eskiyip değişiklik gelip dayatana kadar son biçimi verilecek.

SAYISAL ÖCÜSÜ

Atatürk döneminin tarih, coğrafya kitaplarından din bilgisi kitaplarına kadar şöyle bakıyorum bazen. Şapkam uçuyor. Nasıl bir özen. O kadar belli ki bir amaca yönelik olduğu. Atatürk özel olarak ilgileniyor. Geometri kitabını biliyorsunuz. Çocukların zorlandığını görünce oturuyor kendisi yeni karşılıklar buluyor, kitabı yeniden yazıyor.

Önleri açılacak, yarış başlıyor! Genç Türkiye Cumhuriyetinin çocukları alana çıkıyor!

En azından Atatürk’ün adının konması tartışmasından da bilirsiniz, matematiğe, “sayısala” özel ilgisini. Ama aslında o bir “sözelci”!

Neden böyle diyorum.

Lafı aslında şuraya getireceğim.

Şu son sınavda sayısal da başarı oranı belirgin oranda düşük.

Neden?

Öğretim ve (özellikle belirtiyorum) “eğitim” sistemi açısında ayrıca uzun boylu tartışmak gerekir. Nasıl bir öcü yapıldığını, korku salındığını yaşamdan koparıldığını...

Ben sayısalcıyım. Yazı yazarken de matematiği kullanıyorum, makarna haşlarken de kimya ve fizik bilgilerimi hâlâ devreye sokup zamandan tasarruf ediyorum. Tuzu, su kaynamadan önce mi atacağım sonra mı örneğin ona göre karar veriyorum. Dalga geçmiyorum, inanın doğru söylüyorum. Üç dakika beş dakika bazen benim için toplamda önemli olabiliyor.

ERKEK İŞİ, KADIN İŞİ

Neyse nereye gelecektik...

Bu sınav sonuçları üzerine konuşulurken, sayısaldaki bu düşük başarı oranı çocukların, oradan giderek Türk milletinin zekası meselesine bağlanıyor neredeyse.

Sizce sayısalcıların kafası daha mı çok çalışır?

Sayısal-sözel arasında bir üst-ast ilişkisi var mıdır?

Bize batının dayattığı değer yargıları!

Ben ileriyim elma marka akıllı telefon yapabiliyorum, sen “yapamazsın!” Yine özellikle yazıyorum: “Yapamıyorsun, beceremiyorsun” değil, “yapamazsın, beceremezsin!”

Araya feodalizmin değer yargıları da giriyor, kuşkusuz.

Senin aklın ermez sen kadınsın, sayısalcılık erkek işi!

Yıllar önce bir Alman diplomat arkadaşım anlatmıştı, onlarda bile nasıl bu konuda ayrımcılık yapıldığını. Ailesinin erkek kardeşiyle kendisine, nasıl farklı davrandığını. Yapılan bir araştırmadan söz etmişti. Öğretmenler sınıfta sözel alanda bir soru sorduğunda kız öğrencilerin yüzüne baktıklarını, sayısal da erkek öğrencilerden yanıt beklediklerini.

Yönlendirme müthiş, değil mi!

Pembe patik, mavi patik ayaklara erkenden takılıyor.

Aynı şekilde milletlerin ayağına da.

Fen-bilim gelişmiş ülke işi!

Ötekiler haddini bilmeli.

“Çerden çöpten tarımla hayvancılıkla” uğraşmalı. O da benim izin verdiğim kadar artık. Üretmese hatta daha iyi olur. Takarım burnuna sıcak para kancasını.

BİLİM, FELSEFE OLMADAN YAPILIR MI

Kafası çalışanlar ve çalışmayanlar.

Bilim felsefesi yapalım mı şimdi!!

Hadi oraya girmeyelim.

En azından gidin bakın şu “ünlü elektronik üretim” masalarının başına, diyelim Amerika’da kimler var? Başta Hindistan olmak üzere Asyalılar... Koyu renkliler, çekik gözlüler...

Kadınlar da var. Sayıları az. Bebekken ayaklarına takılan pembe patik prangalarından. Ama hiç de öyle kalın camlı gözlüklü, eciş bücüş değiller. Hele bizim Türklerden! Bakmaya doyamazsınız. Öyle güzel bilim kadınları!

Ayrıca hepsi bir yana benim kulağımda hâlâ Atatürk’ün güzellik kraliçesi Keriman Halis’e söyledikleri var. “Türk kadını güzeldir, bunu kanıtladınız. Ama esas ilimde-irfanda yarışmalısınız”... Manevi kızlarını biliyorsunuz kimini tarihçi, kimini fizikçi, kimini sanatçı, kimini savaş pilotu olmaya yönlendirir...

Bir bütünün olmazsa olmaz parçaları.

Bütün dersler, konular insanın mutluluğu içindir.

“Sayısal” alanda üretilen bilgileri, fikirleri kullanarak bunların yaşama geçmesini kolaylaştırmak, insanın hizmetine sunmak “sözelcilerin” görevi. Yaratıcılık her alanda.

İlle bir kıyaslama yapılacaksa...

Ben öğretmen olsam Batı’yı sınıfta bırakırım.

“#NKGGP KAPATILSIN” diye yazmışlar...

Dedim ki o da ne???

“Nereden ve Kimden Gelirse Gelsin Partisi”ymiş...

Bazı CHP ve HDP milletvekilleri iki canımızı şehit eden terörü böyle “kınamışlardı”.

Bizimkiler de yapmış olsalar, mecburen kınayacağız artık ne yapalım... havasında.

Şu Vatan Partisi’nin dedikleri vaktiyle yapılsa diye bir kez daha anımsatıyorum.

SEPETLİ LOKANTA HAYALİM

Eğer birgün emekli olursam... bir lokanta açacağım. Muhabbetin bol olduğu. Kapıda küçük sepetler olacak. Masa numaraları olacak üzerlerinde. İçine koyacaksınız cep telefonlarınızı girerken.

Oh ne rahat, ben diyeyim iki saat, siz deyin üç saat... laf lafı açsın... tartışın... memleketi kurtarın... hatta türkü bile söyleyebilirsiniz... sevdiğinizin gözlerinin içine bakarak... çocuğunuzun balığını ayıklayarak...

Hayal bu ya...

Belki biri gerçekleştirir!

Ben zaten resmen çoktan emekli oldum... fiilen olacağım da yok...

Ama söz! Sepet tedarikçiniz ben olabilirim.

Yerel yemekler moda olunca çömlekçilik yeniden canlanmış. Pek memnundular.

Karamürselileri de sevindirebiliriz bakarsınız...

Dünya güzeli sepetler yaparlardı.

Hâlâ var mıdır ki...

ERDOĞAN’A KARŞI ÇIKMAK TEK MESELE BUDUR VATANI SAT GİTSİN

Ayşe Hür: “Arkadaşlar, gün iktidara destek günüdür. Hep birlikte haykırıyoruz:

Brunson tekrar hapse atılsın mı? Atılsınnnn!

İncirlik kapatılsın mı? Kapatılsınnn!

ABD’ye savaş ilan edilsin mi? Edilsinnnn!

NATO’dan çıkılsın mı? Çıkılsıınnn!

başka???? hülooğğğğğ!!!”

ÇARE: BAHÇE!

Mahfi Eğilmez’in attığı son tivitler:

“Temmuz ayı itibariyle12 aylık ÜFE % 25, TÜFE % 15,85. Bu ikisi arasında hiç bu kadar büyük fark olmamıştı.

“Demek ki fiyat artışlarının yükü asıl olarak üreticinin üzerinde kalıyor. Bu yük tüketiciye yansırsa ne olur?

“Yılbaşından bugüne USD/TL kur artışı % 35. Sadece Temmuz ayında USD/TL kuru % 5 arttı. ÜFE de TÜFE de buna uygun bir düzeyde değil. Gelecekte işimiz zor.”

Bu en iyimser yorumlardan biri.

Çare?

Bahçe!

Başka?

CHP Ankara milletvekili Murat Emir, bir televizyon programında AKP’yi inşaat sektörüne yatırım yapılıyor diye eleştirdi.

-Peki, ne yapmak lazım?

-Türkiye’ye sıcak döviz girişi lazım. Borç verecek ülkelere güven vermek lazım.

E, zaten o seçenek yanlış diye sınıfta kalmadı mı iktidar!

Seçeneksiz miyiz?

Hayır!

Dilimizde tüy bitti.

Yaparız!