Seçime doğru tarım politikaları (1)

Genel seçimlere iki aydan kısa bir süre kalmışken, tarım politikası üzerine yazmanın yararlı olacağını düşündük. Yazacağımız iki makalede tüm tarım politikalarını tartışma olanağı olmayacağından Türkiye tarım politikaları konusunda genel değerlendirmeler yapmaya çalıştık. 

DEVLETÇİ POLİTİKALAR  

Türkiye’de Cumhuriyet döneminin başlangıcında ekonomisi tamamıyla tarıma dayalı bir ülke olarak tarımda devletçi politikalar izlemek zorunlu olmuştur. 1927 yılı verilerine göre nüfusun yüzde 75.78’i kırsal alanda yaşarken, yüzde 90’a yakın bölümü tarım alanında istihdam edilmekteydi. Milli gelir içinde tarımın payı yüzde 70’ler dolayında iken, dış satımda bu oran yüzde 90’ı aşmaktaydı. Bu yapıda kuşkusuz tarım sadece geliştirilmesi gereken bir sektör olmanın ötesinde kalkınmanın taşıyıcı gücü durumundaydı. İzlenen devletçi politikalarla, her alanda olduğu gibi çağdaşlaşma yolundaki Batı’daki gelişmelerin gerisinde kalınmamış, üretici örgütlenmesi ve kurumsal bir yapılanma işin temeli olmuştur. Nitekim 1936 yılında Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri yasaları çıkarılarak, tarımda kredi gibi temel bir soruna çözüm oluşturulurken, ana tarım ürünlerini üretici yararına pazarlayan temel bir örgüt yapısı da kurulmuştur. 1960’lara kadar Toprak Mahsulleri Ofisi, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Zirai Donatım Kurumu gibi birçok kuruluş ortaya çıkmış ve ilgili alanlarda çiftçiye hizmet veren güçlü bir tarımsal alt yapı yaratılmıştır. Zamanla bu yapının üreticilerin sahip olduğu, kontrol ettiği ve yönettiği bir üretim sürecine dönüşmesi beklenirken, vesayetçi yapı hiç değişmemiştir. Çiftçinin kendi gerçek sorunlarını tanıma ve bunlara çözüm bulma yerine, her şeyi devletten bekleyen bir anlayışa sahip olması bu yapının en olumsuz sonucu olmuştur. 

PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ  

1970’lerin başlarındaki üretici örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve bu yöndeki başarılı girişimler sürekli olamamıştır. 1980’den sonra ortaya çıkan, dış güdümlü liberalleşme ve yeniden yapılandırma hareketleri ile üreticiye dayanan bir sistemin oluşturulması, örgütlenmenin güçlendirilmesini bırakın, mevcut yapılar ortadan kaldırılmıştır. Günümüze kadar kooperatifler dışındaki yapılar özelleştirme adı altında ortadan kaldırılmıştır. Bunların yarattığı boşluk bir ölçüde özel sektör tarafından doldurulmuşsa da üretici ve tüketici yararına işleyen sağlıklı bir yapı oluşturulamamıştır. Kooperatifler ise kendi başlarına bırakılmış ve sorunlarını çözme ve gerçek üretici örgütü niteliğine kavuşma yolundaki değişimleri sınırlı kalmıştır.  

Bu yapıda siyasetçi, politika geliştirirken çiftçinin beklentilerine cevap vermekle, yapılması gerekenleri önerme arasında bir ikilem yaşamaktadır. Maalesef siyaset gereği, yapılması gerekenler yerine, beklentiler doğrultusunda vaatler verilmektedir. Bu durumda mevcut sağlıksız yapının, işin gerçeği yapısızlığın sürmesine neden olmaktadır. Örneğin fındığı ele alalım. Üreticiden yana yapılması gereken; özel sektör yanında üreticinin sahip olduğu tarım satış kooperatifi ‘Fiskobirlik”in güçlendirilmesi ve kooperatifçilik ilkeleri doğrultusunda yeniden yapılandırılarak, üreticinin sahip olduğu, yönettiği gerçek bir örgüt yapısına kavuşturulmasıdır. Bundan söz edildiğini duymadık. Üreticiden yana olması beklenen parti lideri, fındık borsası kurma vaadi vermektedir. Kuşkusuz, bunun yanında girdi desteği vb. klasik vaatler de yer almaktadır. Bu vaat verilirken, borsanın fındık üreticisine ne yarar sağlayacağı sorgulanmıyor. Bu yapıların (emtia borsaları), ticari önemi yüksek olan ürün piyasalarını para sahibi spekülatörlere açmak amacıyla kullanılan vahşi kapitalizmin araçlarından biri olduğunu hatırlatalım. 

ÇÖZÜM MÜ? 

Genel olarak, tarım politikalarının oluşturulmasında, 1950’lerde süt tozu, margarin, tohum, makine, ilaç vb. girdiler ve barış gönüllüleri ile hayatımıza giren, günümüzde de daha da güçlü olarak, çok uluslu şirketlerle (Cargill, Japon Tütün Endüstrisi, İngiliz Tütün Endüstri, tohum, ilaç şirketleri, vb.) etkin olan Batılı güçlerle, yerli sermaye gruplarının söz sahibi olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bu yapı içinde, kendi çıkarlarının nerede olduğunun bilincinde olmayan bir sektör için, üreticiden yana ulusal politikalar geliştirmenin güçlüğü açıktır. Bu durumu saptamak ancak çözümün başlangıcı olabilir. Uygun politikaların ne olduğunu yazmanın oldukça kolay, ancak çözüm bulmanın ne denli güç olduğu bilinciyle, seçimlerde üretici ve halktan yana ulusalcı politikalar üretmeyi hedefleyen politikacılara başarı dileklerimizle, yazımızı tamamlayalım.