Seçimler ve kan gölü
Foreign Policy Dergisini Türk kamuoyu yakından tanır.
Güya ABD dış politikasını belirler.
Bu ne anlama geliyor?
Aslında dünyadaki ülkelerin dış ilişkilerini planlayıp programlama desek daha mı doğru olacak. Dünya efendiliğinden kalma bir alışkanlık. Her zaman “barış” içinde olmuyor biliyorsunuz. “Hizadan çıkan” birçok ülke darbelerle ve iç kargaşalıklarla yeniden ABD çıkarlarıyla uyumlu hale getiriliyordu.
Buna Türkiye’nin iktidar tasarımı da dahil.
Türkiye bir koçbaşı.
Lider bir ülke.
Devlet geleneği ve birikimi, dünyanın kendi alanında bir ilk devrimi başarıya ulaştırmış milleti ve ordusuyla onu hep sağlam tutuyor. Sallanıp yuvarlansa da dik duruyor.
Foreign Policy, Türkiye’de Cumhuriyetimizin Yeni Yüzyılının ilk şafağı attığında, 1 Ocak’ta ilk iş bir yazı yayımlandı.
Yine “güya” 2023 yılının izlenmesi gereken en önemli, en büyük başkanlık ve parlamento seçim yarışları ele alınıyor.
Baştan üç-beş ülkeye, onlar da hoş zaten “diktatör” “aşırı sağcı” “milliyetçi” şöyle bir değiniliyor. Sonra da esas konuya giriliyor.
Türkiye!
Yazı Türkiye’ye ilişkin.
Hatta bir başını bir sonunu okusanız meramını anlayacaksınız.
ABD’NİN DEMOKRASİ TANIMI
ABD siyasetleriyle uyumlu davrandığı sürece “Erdoğan’ın dünya çapında sevildiği” belirtiliyor. Örneğin yoksul, kırsalda yaşayan, dindar seçmenler “Kemalizm gibi tepeden inmeci milliyetçi laiklik ve Batılılaşma modeliyle” on yıllardır kendilerini haklarından mahrum bırakılmış, saygısızlığa uğramış hissetmişlerdi. Erdoğan “ılımlı bir İslamcı güç” olarak siyasi basamakları yükselmişti, deniyor.
Yazıda, Batı başkentlerinde “Batı ve İslami kavramları” aşabilen “çığır açıcı” lider olarak karşılandığı söyleniyor. Bu arada siyasi, toplumsal ve ekonomik açılım siyasetlerine de elbette övgüler var. “Modern, dinamik, ve yenilikçi”. “NATO’nun kararlı üyesi.
Öyle ki, ne hikmetse artık bir bildikleri var mutlaka “çok ilgi çekici bir bilgi olarak” vurgulandığı gibi Erdoğan, ülkede “Starbucks”lardan bile daha uzun iktidarda kalmış.
Ama ne zamana kadar?
Gelin görün ki… Türkiye’de “Kemalizmin koruyucusu olarak görülen” Ordu var. Foreign Policy’nin yazarının görüşüne göre 2013 yılında “Türk kimlik krizi” başlıyor. Gezi olayları, yolsuzluklar… “Bugüne kadarki en başarılı darbe girişimi engellenmesi”: 15 Temmuz 2016… Onlara göre AK Parti artık anti-demokratik.
Bir terslik mi var? Elbette olacak. Çünkü Türkiye ve ABD ayrı cephelerde.
ABD’nin demokrasi tanımını zaten dünyadaki başka birçok ülkeden de tanıyoruz.
Türkiye’ye göre ABD destekli bölücü ve yobaz terörün bastırılması demokrasinin gereğiyken Foreign Policy’nin “anti-demokratik” bulması çok doğal.
“Hukukun üstünlüğü askıya alınmış. Devlet ve bağlı kurumlarda büyük tasfiyeler olmuş.” Tabii hemen uluslararası kurumlar da devreye sokuluyor. Şıracı-bozacı…
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün verdiği rakamlar aktarılıyor. 130.000 kamu görevlisinin işten atılması, 80.000 devlet, yargı ve medya görevlilerinin terörizmle bağlantılı olduğu “iddiasıyla” tutuklanması da kabahat.
Rapora göre artık Erdoğan ekonomiyi de kötü yönetiyor. Bölgesel “askeri çatışmalara” müdahale ediyor. Saldırgan.
PKK TANIMI: ANKARA’YA HAKLI İSYAN
Ama sonuçta ABD büyük devlet ve kendi çıkarları açısından gerçekçi. Yazıda Türkiye’den vazgeçilemeyeceğine de yer veriliyor. Bir köprü çünkü deniyor. Ukrayna siyasetine selam veriliyor.
NATO’ya karşı tutumu “Finlandiya ve İsveç’ten taviz koparmak için güç gösterisi” diye eleştiriliyor.
Turnusol kağıdı.
AK Parti için uyarıcı olmalı.
Bu arada PKK tanımı da yazıya yakışıyor:
“Türkiye'nin uzun süredir baskı altında tuttuğu Kürt azınlığa ayrıcalıklar sağlamak amacıyla Ankara'ya karşı on yıllardır süren bir isyan.”
Türkiye’nin Kasım 2022’deki “Suriye’nin kuzeyinde PKK bağlantılı gruplara” karşı harekatı da kınanıyor. Çünkü onlar “Beşar Esad rejimine ve İslam Devleti’ne karşı savaşan ABD müttefikleri”ymiş.
E, doğru söz! Bir çeşit itiraf. Artık onu da aleni yapıyorlar zaten.
Foreign Policy, vatan savunmasını “aşırı milliyetçi Türkiye’nin” seçim stratejisi olarak görüyor.
Elbette yazının sonuna doğru esas konu gündeme geliyor:
Altılı Masa demokratikleşmenin önünü açacakmış. Başarı sağlayacak bir aday çıkaracakmış. HDP de mutlaka masaya katılmalıymış. Selahattin Demirtaş da eski bir Cumhurbaşkanı adayı olarak cezaevinden çıkarılmalıymış. İmamoğlu ve Demirtaş davaları Türkiye’de seçimlerin özgür ve adil olmayacağını gösteriyormuş. HDP Meclis’te belirleyici olmaya adaymış.
Bu arada adı geçen bir Parti de Zafer Partisi. “Büyüyen Kemalist bir göçmen karşıtı hareket” diye tanımlanıyor.
Amerikan gerçeği ve Türkiye gerçeği her ne kadar birbirini tutmasa da böylece takım tamamlanıyor.
Ama en önemlisi en sona saklanmış.
Belki de bu yazı bu ileti için yazılmış.
TÜRKİYE’YE TEHDİT
İkibine Doğru Dergisini çıkardığımız zamanlardı.
MİT raporunu yayınlıyoruz. Biri adını vermeden telefonla beni aradı. Bazı bilgiler aktardı. Hızlı hızlı not tutuyorum. En son kapatırken alakasız bir şekilde “Mehmet’in gözlerinden öperim” dedi. Ben kim, nedir ne değildir diyene kadar kapattı.
Hadii hepimiz başladık. Ne demek istedi? Mehmet kim? Acaba bizim oğlumuz Mehmet’e mi bir şey yapacaklar vb derken… bu konularda uzman biri açıkladı:
-O sizinle konuşmuyor. Telefonu dinleyene mesaj veriyor. Tehdit ediyor. Karşı tarafa başına geleceklerin ucunu gösteriyor.
Foreign Policy’deki yazı şu cümlelerle bitiyor.
Öteki adaylar belli olmadığı için seçim sonucunu tahmin etmek için erken.
Ancak artık Türk seçmenler Erdoğan’ın çok ileri gittiğini düşünüyor.
İlk 10 yıldaki gibi yenilikçi değil.
“Erdoğan öyle bir lider ki eğer iktidarını elinde tutmak için böylesine yapışıp kalmasaydı ve kendi iradesiyle vaktiyle istifa etseydi arkasında çok farklı bir miras bırakabilirdi. Şimdi onu kan gölüne dönüşecek bir seçim süreciyle kovulup gitmek bekliyor.”
ABD Türkiye’den ve bölgeden kovulup gitti.
Temelli gidecek.
İçimizde ve sınır ötemizdeki bütün kökleri ve araçlarıyla birlikte sökülüp atılacak.
Hiç boşuna heveslenmesinler.
Türkiye’mizi kimin yöneteceğine milletimiz karar verecektir!
KAN GÖLÜNÜN ANLAMI
Kan gölü diye çevirdiğimiz sözcüğün İngilizcesi “bloodbath”. Kan banyosu.
Biz Türkçede kan gölü diyoruz.
Sözlük karşılığı “çok sayıda insanın acımasızca katledilmesi; katliam” demek. İlk kez İngilizceye girişi 1865 yıllarına tarihleniyor. Hangi yıllar bu? ABD İç Savaşı. Tarihin en kanlı savaşlarından biri.
Sözlük karşılığı “çok sayıda insanın acımasızca katledilmesi; katliam” demek. Mecazi anlamlarda da kullanabiliyor. Kıyasıya, kıran kırana, kan gövdeyi götürmek. Kavga, kaos, yıkım, şiddet…Futbol sahasında vahşi katliam! Derken örneğin “bloodbath” kullanılabilir.
Ancak metinde seçimler için böyle bir son bekleniyor derken bu sözcüğün seçilmesi belli ki bir mesaj içeriyor. Büyük bozgun, yenilgi, kıyasıya anlamına gelecek İngilizce’de o kadar çok sözcük var ki. Özellikle içinde “kan” geçen ve ağırlıklı olarak da şiddet içeren anlamlarda kullanılan bir sözcüğün çok yaygın olmamasına karşın tercih edilmesi ne demek? Eğer kendi isteğinle çekilmezsen böyle bir sonuca hazırlıklı ol. Bu Türkiye’ye yönelik bir tehdittir. Bunu zaten daha önce Biden tasarımı gibi en üst düzey açıklamalardan da çeşitli kurumların raporlarından da biliyoruz. Metnin bütününde de aynı anlam yüklü. Bu seçim Türkiye’miz için bir kader seçimi olduğu kadar, bölgemiz ve ABD için de tayin edici bir tercih olacak. Üzerinde bu kadar özenle durmamızın nedeni budur.