Şeffaf müzakere istiyoruz!
Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 anayasasına göre kurulmuş ve Rum darbesi ile son bulmuştur. Yerine kurulan Kıbrıs Rum Devleti’nin meşruiyetinin nereden kaynaklandığı belli değildir. Bu gayrı meşru devletin yaptığı tüm anlaşmaları ve aldığı kararları yasal saymak hak hukuk, en azından adalet ilkeleri ile bağdaşır mı? Buna karşın KKTC’nin bütün tasarruflarını çöpe atılıyor. Hiçbir ülke tanımasa bile KKTC, kurulduğu 15 Kasım 1983 tarihinden bu yana devlet uygulamaları yürütmektedir. Bu açık asimetri ile anlaşma masasına oturulduğunda ibre kimden yana olur?
TÜRK FAKİRLİĞE İTİLİYOR!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “Demopulos Kararı” mülkiyette öncelik hakkını kullanıcıya vermektedir. Ayrıca, “eski mağduriyetlere uygulanan telafilerin yeni orantısız haksızlıklar oluşturmadığından emin olunması” bir AİHM yerleşik içtihadıdır. Bu kapsamda, mülkiyet sorunlarında en uygun çözüm yöntemi genel takas ve makul tazminat yöntemidir. Eğer bunun yerine 22 yeni kategori ortaya atarak Kıbrıs Türk’ünün malını mülkünü, kitabına uydurarak elinden alma yoluna gidilerse, ciddi ekonomik sorunlar ortaya çıkar. Böyle bir girişim, sadece Kıbrıs Türk’ünü ele güne muhtaç etmez, aynı zamanda ekonomik yatırımları da durma noktasına getirir.
Burada vurgulanması gereken diğer bir nokta da, Rum mezalimin Türklerin sermaye toplama/biriktirme ve yatırım yapma olanaklarını fiilen ortadan kaldırdığı gerçeğidir. Türkler bu nedenle büyük ekonomik kayıplara uğramışlardır. Somut verilerle bu rakamlar hem Rumların hem de onların hamisi olan tek dişi kalmış canavarların suratlarına çarpılmalıdır!
TARİHTEN DERS ALINMAZSA
Peki, Türkiye adaya “spor olsun, asker eğitim yapsın” diye mi müdahale etti. Asıl sorun Türklere yönelik katliamlar ve meşru bir devleti ortadan kaldırmak değil miydi? Bu alçaklığın bir bedeli yok mu? Kıbrıs Türk’üne ve hatta Türkiye’ye Rumların savaş tazminatı ödenmesi gerekmez mi? Almanya niçin İkinci Dünya Savaşı sonrasında tazminat ödedi?
Acaba, iki Almanya’yı birleştiren 1990 tarihli Antlaşma (The German Unification Treaty) incelendi mi? Bu Antlaşmada yalnızca iki kategori bulunmasına rağmen mülkiyet ihtilafları halen ilgili mahkemelerde çözüm beklemektedir. Almanya’da başlangıçta “malın iadesi” esas alınmıştır. Bu uygulama, Doğu Almanya’da yaşayanların tepkisi, intiharlar ve ortaya çıkan ekonomik durgunluk ile sonuçlanmıştır. Bunun üzerine “malın iadesi” ilkesinden vazgeçilmiş ve “makul tazminat” ilkesi gündeme girmiştir. Bu yeni düzenlemeden sonra Doğu Almanya’da ekonomik canlanma başlamıştır. Eğer ders alınmazsa, tarih tekerrür eder.
Maraş başta olmak üzere Kıbrıs’ın birçok yerinde EVKAF malları, İngilizlerin de desteği ile Rumlar tarafından gasp edilmiştir. AİHM, Türkiye’deki Rum ve Ermeni Vakıfları için, zaman aşımı kuralı uygulanmadan, iade kararı vermiştir. Sadece bu husus bile tek başına müzakerelerde dengeyi Türkiye lehine değiştirir. Acaba, bu konudaki belgeleri Müzakere Heyeti cebine koymuş mudur?
NELERİN DÖNDÜĞÜNÜ MİLLETÇE BİLMELİYİZ!
Kıbrıs pazarlıklarını sürdüren acemi yöneticilere bir hususu daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Kurucu Türk Devleti’nin denetimi altında tutacağı toprak yüzdesi kesinleşmeden, iki bölgelilik ve iki toplumluluk AB’nin Birincil Hukukukabul edilmeden bu tür pazarlıklar yapılamaz! Çünkü bu takdirde bireysel mülkiyet konuları bu vazgeçilmez iki hayati ilkeyi fiilen ortadan kaldırmış olur.
Kıbrıs’ta görüşmeler için teşkil edilen heyetin pek de yeterli olmadığı basına verdikleri demeçlerden kolayca anlaşılıyor. Ayrıca gazete mülakatlarında Kıbrıs konusundaki somut gerçeklerin bile nasıl çarpıtıldığı açık seçik görülüyor. Bu nedenle, görüşme tutanaklarının yayımlanması artık milli bir mesele haline gelmiştir. Türkiye’de Kıbrıs davasını sözde değil, özde savunacak milli bir birikim vardır. Bu birikimden faydalanılması için kapalı kapılar yöntemine artık son verilmeli, şeffaf bir politika izlenmelidir. Yaptığınız işlerden eminseniz, niçin milletten gizliyorsunuz?