Sefil darbe-(TAMAMI)

İktidarlar, demokrasilerde, ilke olarak seçim sonuçlarına göre değişir; ama seçimle rejimler değişmez. Rejim ancak devrimle, darbe ile değişir. Ama Türkiye’de seçimle iktidara gelen İslamcı partiler rejimi kemirmeye başlamışlar, bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmışlardır.

Seçimle iktidara gelen ve üç dönem iktidarda kalan AKP, rejim değişikliğini göz göre göre, pervasızca yapmaktadır.

Önce polis kadrosuna kendi yandaşlarını yerleştirdi ve Fethullahçı kadronun emniyette yuvalanmasına göz yumdu. Sonra başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere kendi kadrolarını yerleştirdi. Referandumdan sonra Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu, Anayasa Mahkemesi’ni, Danıştay’ı ve Yargıtay’ı ele geçirdi.

Uyduruk ve kanıtsız iddialarla TSK’ya, sivil aydınlara ve basına karşı sindirme ve yok etme davaları açıldı. Son olarak, ilk ve ortaöğretimin laik okulları imam hatip okullarına dönüştürülerek İslamileştiriliyor. Hükümet hiç çekinmeden anayasal ve yasal suç işliyor. Darbe yapıyor. Seçmen AKP’ye laik cumhuriyet rejimini değiştirsin diye oy vermedi. Veremez zaten. Rejim değişikliği için seçim yapılmaz! Sorsanız, Taha Akyol gibi âkıl (“âkil”, “yiyen” anlamına gelir) ve hakem (!) yazıcılar, “İktidarları seçmen cezalandırır!” diye vecize gevelerler.

Gerçekten de, Türkiye gibi kurum ve kuralları oturmamış kırılgan ülkelerde kötü niyetli iktidar partilerine karşı rejim kendisini nasıl savunacak?

AKP rejim değiştiriyor

AKP’nin laik rejimi İslami rejime dönüştürme tutkusunun karşısındaki en büyük engel, İç Hizmet Kanunu ile cumhuriyet rejimini korumakla görevlendirilmiş TSK idi, şu anda da TSK’dır. Demokrasilerde ilke, siyasal partilerin devletin şeklini ve niteliklerini değiştirmeden iktidara seçimle gelip seçimle gitmesidir. Demokrasi, bütün siyasal partilerin iyi niyetli olduğunu düşünür. Allahaşkına biri bana cevap versin: Türlü hile ve desise ile yüksek mahkemeler dahil devletin kurum ve kuruluşlarını ele geçiren kötü niyetli bir iktidara karşı rejim kendisini nasıl koruyacak? Ya yasa ile koruma görevi verilmiş ordu ya da halk ayaklanmasıyla.

Türkiye’de TSK’nın bu görevi zaman zaman dejenere ettiğini ve görevden gelen yetkiyi kötüye kullandığını biliyoruz.

Türkiye’nin açmazı budur: Demokrasiyi araç olarak kullanan ve rejimi değiştirmeye yeminli dinci partiler ile rejimi korurken demokratik düzeni berbat eden bir ordu. Ama asıl suç, rejimi korumaya çalışan orduda değil, laik ve demokratik cumhuriyet rejimini mutlaka değiştirmek isteyen ve bunun için demokrasiyi istismar eden kötü niyetli siyasal partidedir.

Düzmece davalar

AKP’nin, rejimi tamamen yıkmak için laik okulları, üniversiteleri ve Harp Okulları’nı ele geçirmesi gerekiyordu. 21 Eylül 2012 günü sonuçlanan “Balyoz davası” bu sonuca ulaşmak ve TSK’yı tamamen çökertmek için tezgahlanmış davalardan biridir. Bir başkası “Ergenekon” denen dava... Birkaç tane daha var.

Ben bu davaların ne gerekçelerine, ne duruşma süreçlerine, ne savcılarına ne de yargıçlarına inandım. Bu bunların hepsinin kararları önceden verilmiş ve böyle sahnelenen teatral davalar olduğunu düşündüm. Bir gün AKP, demokratik yoldan iktidardan uzaklaştırılır ve bu davalar mahkemelik olursa günümüzün iktidarı, bu mahkemelerde görev alan herkesi beş kuruşa satacaktır.

Balyoz davası

Bence, davalar arasında en inanılmaz olanı Balyoz davası! Bu davada 250’si tutuklu 365 sanık vardı. Bunlardan 100 kadarı muvazzaf ve emekli general ve amiral. Aralarında kuvvet komutanları, ordu komutanları var. 100 kadar emekli ve muvazzaf general ve amiral, Cumhuriyet rejimi için tehlikeli gördüğü, İslamcı iktidar partisine karşı darbe yapmaya karar verecek ve türlü nedenlerde darbe yapmayacak. Aradan zaman geçecek, cumhuriyet düzenini kökten değiştirmeye kararlı bir İslamcı parti gerekli düzenlemeleri yapacak, özel yetkili mahkemeler kurulacak, bu mahkemeler bu general ve amiralleri ve öteki yüksek rütbeli subayları tutuklama kalkışacak... Ve bu askerler kendi ayaklarıyla tıpış tıkış ifade vermeye gidecekler, kuzu kuzu teslim olacaklar... Bunu benim 40 yıldır kesmediğim sakalıma anlatsınlar.

Cumhuriyetçi askerler tuzağa düşürüldüler, argo deyimiyle “mandepsiye bastırıldılar!”

Türkiye’nin cumhuriyete ve değerlerine bağlı kara, hava ve deniz kuvvetlerinin dünyada dostu yoktu. Sorunlu komşuları bir yana bırakalım, TSK’nın NATO içinde de gerçek dostu yoktu. Bu nedenle, AKP iktidarının TSK’ya karşı yaptığı sefil darbeye ses çıkarmadılar, dahası onunla işbirliği yaptılar.

Tutuklu askerlerin yaptığı ortak açıklama da bu ğörüşümü doğrular nitelikte: “Devletimizin bu düzmece davada TSK’ya karşı emperyalist güçlerle yaptığı komployu mahkemenin görmediği aşikardır. Devletimizin de bunun içinde olması daha da vahim bir durumdur. Bizler vatanımıza, milletimize asla ihanet etmedik, bizlerin değişmeyen başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’tür, bunu hiçbir güç değiştiremez. Vatan sağolsun!” (Aydınlık, 22.09.12)

İntikam

Attila İlhan, bana sık sık, “Türk ordusu Kıbrıs harekâtı ve daha sonra yaptığı teknoloji çalışmaları ile yeniden cumhuriyetin ve Gazi’nin ordusu olmuştur. NATO’daki müttefikleri bu nedenle TSK’ya düşman olmuş ve harekâtı asla bağışlamamıştır. Bu adamlar TSK’dan bunun intikamını bir gün mutlaka alacaktır. Dilerim bizimkiler o gün gaflet içinde olmazlar!” derdi.

Attila İlhan’ın bana söylediklerini her hangi bir yerde yazdı mı, bilmiyorum. Ama onun dediği gibi, Batı emperyalizmi ve İslamcı irtica, laik cumhuriyeti kuran ilerici ve devrimci gücü asla bağışlamadı. Pusuda bekledi!