Şefin tavsiyesi: Ayvayı yemek

Küçük adadaki lüks restoranda kişi başına 1250 dolar ödenen, seçkin kişilerin katıldığı bir yemek. Alanın tek hâkimi olan Şef, tam bir otorite kurduğu kalabalık ekibiyle birlikte her yemeği incelikle hazırlıyor, özenle tek tek tanıtıyor ve karınlarını doyurmaktan çok damak zevklerini harekete geçirmeyi amaçladığı müşterileri de kontrolüne almaya çalışıyor.

Geçen 28 Ekim’de bu köşede “Ve Gemi Gidemiyor” başlıklı yazıda tanıttığım “Hüzün Üçgeni” filminde lüks yatın içinde tanıştığımız burjuvalar ve emekçiler, bu kez lüks restoranda karşımıza geliyorlar. Odak noktada gene genç bir çift var. Ruben Östlund’un filmindeki o yat son seferine çıkmıştı; Mark Mylod’un “Menü”sünde de bir “son yemek” söz konusu ve deyim yerindeyse “arınma gecesi” gibi bir sürece dahil oluyoruz.

“Büyük Tıkınma”dan “Aşkın Tarifi”ne açılan geniş yelpazede sinema tarihinde çok özel yer edinen yiyecek-içecek filmleri arasında ön sıralarda yer alacağı şimdiden belli olan “Menü”, son yıllarda televizyon programlarında ve gazete-dergi köşelerinde starlaştırılan mutfak şeflerinden alınan bir intikam niteliğinde öncelikle. Mark Mylod, bir Agatha Christie romanı lezzetinde pişirip servis ettiği filminde ortaya “Katil kim?” sorusu atmasa da “yemek-statü-saygınlık” üçgenini şişe geçiriyor ve kara mizahla soslayıp yüksek ateşte ızgaraya koyuyor.

SEÇKİNLER, SEÇKİN YEMEK YER!

İlkay Kanık, yemeğin ana karakter olarak yıldızlaştığı filmleri incelediği kitabı “Gastro Sinema”da (Alfa Yay., 2018) “Sınıfsal basamak yükseldikçe, beslenme basit bir ihtiyaç olmaktan uzaklaşır, seçkin olma kodlarını içinde taşıyan bir günlük aktivite haline gelir” (s. 61) demişti. Seth Reiss-Will Tracy ikilisinin senaryosu da davetlilerden yemeklerin isimlerine ve kökenlerine, doğayla bağlarından sunumlarına kadar seçkin olma kodlarını taşıyan bir aktivite öyküsü anlatıyor. Şef Julian Slowik’in (Ralph Fiennes) performansı, her şeyiyle bir kavramsal sanatçınınkini andırıyor. Slowik, sonunda bir çizburgerle bile baş edememiş oluyor belki ama kapanmasına yol açtığı lüks restoranlarla da meşhur olmuş yemek eleştirmeninin de aralarında olduğu zengin müşteri-yiyici takımına fantastik bir menü sunmayı başarıyor. Sanatının kutsanmasını isteyen Slowik’in amacı toplu bir ayin gerçekleştirmek. Kendisine tapınan, onun yol göstericiliğinde ölümü bile göze alan mutfak ekibinde sorun yok ama yemek masalarında oturanların boğazına çok geçmeden bir şeyler takılmaya başlıyor, kutsal yemeğin bir kurban ayinine dönüşeceği anlaşılıyor.

‘AHIR KOKUSU’NU HİSSETMEK

 “Menü”, örneğin bir zamanlar beyaz ekmek yemek zenginlik anlamına gelirken, köylü-fakir işi diye küçümsenen kara ekmeğin şimdilerde nasıl olup da aynı statüye yükseldiğine kafa yormamıza da neden olan, düşünsel yanı zengin, popülerleştirilen yemek kültürünün ve gurmelerin altından girip üstünden çıkan, göz doyurucu bir film. Şöyle bir düşünün, önünüzdeki tabakta “ahır kokusunu” hissetmek için kaç parayı gözden çıkarırsınız?

Servis edilen tortillaların üzerinde herkese özel bir hikâyenin çizilmesiyle sadık kocaların eşlerine ihanetinin, başarılı işadamlarının yolsuzluklarının açığa çıktığı, “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği”nde Bunuel’in bir türlü yemek yiyemeyen burjuvalarının bu kez her şeyi tatmak zorunda kaldığı “Menü”, saçmalığa vurgu yapmak için kendisi de saçmalamayı çekinmeden göze alan bir film. Toplumların en fazla binde birlik kesimine seslenen, aylar öncesinden rezervasyon yapılan lüks restoranların, çok özel pahalı menülerin, kısacası yemek kültürü adına ipin ucunu kaçırmanın ve ceza niyetine ayvayı yiyenlerin filmini yapmış Mark Mylod. Tadı tuzu yerinde.