Selçuk mimarisine dönüş -(TAMAMI)

Mimari tarihimiz ve onu besleyen kaynaklar üzerine bir araştırma yapıldığında, pek doyurucu bilgilerle karşılaşmamız pek mümkün değildir. Çeşitli uygarlıklara kucak açmış olan Küçük Asya’da, prehistorik dönemlerden günümüze dek gelen süreç içinde, uygarlıklar denli onların oluşturduğu bir mimari zenginliği de yaşamamıza rağmen bunların örneklerini görmemiz çok sınırlıdır. Hitit, Yunan, Roma, Selçuk ve de Osmanlı mimarisini bir yana bırakın, ilk dönem Cumhuriyet döneminin mimarisinin örnekleri bile sanıldığı denli çok değildir. Çünkü, her uygarlık sanki bu toprakların üzerindeki bir lanet ya da gereksiz bir gelenek gibi, bir öncekinin tüm değerlerini, stillerini yadsımış, ama onun yerine yeni bir mimari yaratacağı yerde, gereksiz bir özenme sonucu ne eskisiyle ne de yenisiyle kendine bağlantıları ya da esintileri olan kendine özgü bir mimari yaratmanın üstesinden gelebilmiştir. Onun için bizim mimari tarihimizde akımlar, modalar, eğilimler stiller pek yoktur.

Özellikle dinsel yapılarda öne çıkan bu tutum, sivil ve benzeri yapılarda da aşağı-yukarı aynı anlayışla sürdürülmüştür. Örneğin, bir kiliseden, iki minare koyarak cami yapma geleneği, sivil mimaride de bir başka eklemelerle sürdürülmüştür.

Elbette ki bir dinsel yapının, birkaç ekleme ile bir başka dine hizmet edecek mekân haline gelmesine ya da getirilmesine hiç kimsenin itirazı olmaz. Hem pratik, hem ucuz, hem de işin ruhuna uygun bir yöntemdir bu. Bu yöntemin en güzel tarafı ise, eskiyi yok etmek değil, aksine onu günün anlayışıyla yeniye adapte etmek, onu daha nice yıllar yaşatarak ayakta tutabilmektir.

Ne var ki dinsel yapılardaki bu gelenek sivil mimaride benzer şekilde kullanılmamış, aksine eski ve değerli ne olursa olsun yıkılarak yerine, hiçbir yerel özelliği ya da geçmişiyle ilişkisi olmayan, kich düzeyindeki bir garip mimari anlayışı doğmuştur.

Günümüzde, bir zamanlar hoyratça harcadığımız, yakıp yıktığımız, kimi dönemlerin mimarisini yaşatma gibi bir eğilim oluşmaya başladı. Bu eğilimin kökünde ve yapılış nedeninde, eski değerleri gününüze taşımak değil, aksine, mimari kavramlar ve anlayışlar dışında, politik kaygılar ya da özentiler ön plana çıkmaktadır. Bir yandan yıktığımız, restore etmekten bile çekindiğimiz değerleri, şimdi yeni binalarda yaşatmak istiyoruz. Yani orijinaline değil de, onun kötü ve aslı ile asla uygun olmayan karikatürümsü yanına prim veriyoruz.

Elbette ki sözü, son yıllarda moda olan Selçuk ya da Osmanlı mimarisine, sözüm ona öykünerek yapılan sevimsiz örneklere getirmek istiyorum. Bir kubbe, iki motif, bir kule, yaptığınız zaman ne yazık ki o Selçuklu mimarisinin bir örneği, benzeri, yansıması olmuyor. Olamaz da. Çünkü aslını bile restore etmekte beceri gösteremeyen bir mimari zihniyetin, bunun günümüze yansıyan bir örneğini yapması mümkün değildir.

Önce eskiyi koruyalım, restore edip onun özelliklerini öğrenelim ki, sonunda onu günümüze taşıyalım. Yaygın olan bir söz vardır, doktorlar yanlışlarını gömer, ama mimarlar yıllar boyu yaşatırlar. Ya müteahhitler ne yapar? Bu sorunun yanıtını çevremize bakarak vermek çok kolay.