Semavi Eyice’nin kütüphanesi
Semavi Eyice’yi anlatmaya gerek yok… Bilen bilir… Yalnız bu coğrafyada değil, bir başka coğrafyalarda da Bizans sanatı denilince ilk akla gelen birkaç kişiden biriydi. Onun derslerine girmek bile öğrenciler için adeta bir ayrılacaktı. Arkeoloji eğitimi görürken ben de onun peşinde az koşmadım. Her defasında “sen arkeoloğusun, ne işin var sanat tarihinde” diye azarını işitmiş olsam da, sonunda konuk öğrenci olarak derslerine girme iznini koparabilmiştim…
Hocanın kütüphanesi de yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da kendisi gibi ünlü oldu… Önceleri kütüphanenin bağışlandığı yayıldı, ama sonrasında bunun asılsız olduğu ortaya çıktı. Derken kimi belediyelerce satın alındığı yazıldı, o da gerçek çıkmadı… En sonunda ünlü bir iş adamı tarafından satın alındığı ve adının verileceği bir kütüphanede hizmete açılacağı filan söylendi, onun da ne kadar doğru ya da yanlış olduğu pek bilinmiyor.
Bu coğrafyada Semavi Eyice ve benzeri hocaların başına gelenler hep aynı… Önce “ahlar” ve de “vahlar”, ardından timsah gözyaşları ve en sonunda da bilinen kaçınılmaz akıbet; yok olup giden değerler…
Üstelik tüm bunlar, bir ya da birkaç kez değil, sayılmayacak denli çok sayıda yaşandı… Bu kitapların gittiği son yer, ne yazık ki kütüphaneler, üniversiteler, vakıflar ya da sahiplerinin adını taşıyan mekanlar, hatta ve hatta kitabın değerini bilen sahaflar değil de, hep bit pazarları, kaldırım tezgahları, çöp depoları ile kilo hesabıyla alınıp, kağıt hamuru olmak için gönderilen SEKA oldu…
Kısacası; geçmişinden her daim söz edip de, geçmişine bu denli ihanet eden kaç toplum var dersiniz? Bu konuda bizimle yarışacak bir ülkenin var olduğunu ve bundan sonra da var olabileceğini hiç ama, hiç sanmıyorum… Bu bir iddia, hatta bu tür kimi değerlerin yok oluşuna tanıklık etmekten kaynaklanan bir öfke, bir düş kırıklığı ise hiç değil; aksine, herkes tarafından bir türlü dile getirilmeyen utanç duyulacak bir gerçek. İnanmayan; dünya müzelerinden herhangi birinin vitrinlerine ya da yabancı müzayede kataloglarına bir göz gezdirsin. Hiç yabancı gelmeyecek gördükleri…
Peki; bir ulusun belleği/geleceği/ zenginliği/mirası ne bileyim, ne derseniz deyin tüm bu değerlerinin hoyrat ve de sorumsuzca yok olup gitmelerindeki gerçek ne dersiniz? Yalnızca ilgisizlik, cahillik, hoşgörüsüzlük, değer kıymet bilmemek mi ? Tüm bunlar yanlış değil ama biraz eksik…
Bilen bilir, hoca yaşarken başına gelecekleri bildiğinden, kendisinden sonra kütüphanesinin dağılmaması için 1.5 milyon dolar değer biçerek satışa çıkarmış, ardından hemen iki teklif gelmişti.
İlk teklifi güzide üniversitelerimizden biri yapmış, söz konusu kitapları almaya ve kütüphanecilik tekniğine uygun olarak niteleme çalışmaları yaparak internet ortamında bilim dünyasının kullanımına açmaya hazırız demişti. Tabii satın alınarak değil de bağışlanmak şartıyla…
Gelen ikinci teklif ise; kitapların bağışlanmayıp, müzayede yolu ile satılması olmuştu.
Bir kütüphane iki teklif: Lafın kısası tam bir ŞARK KAFASI….
Ya da bir ömür boyu biriktirilen değerlerin bu coğrafyadaki değişmez yazgısı; Ya beleş, ya da pazara çıkarmak… Dün de böyleydi, bugün de öyle…
İşte bu yüzdendir bu tür değerlerin yok edilip, yitip gitmesi….
Biliyorum bıkkınlık geldi ama, bir kez daha yineleyeceğim… Ağrıma gittiği, bir türlü hazmedemediğim için… Yirmi kişinin izleyip de seyircisizlik nedeniyle iki gün sonra vizyondan kaldırılan bir filme yirmi milyon veren ama, onlarca neslin yararlanacağı bir kütüphaneye bunun yarısını bile çok gören bir anlayışın egemen olduğu bir coğrafyada daha nice değerler yok olup gider…
Kusura bakmasın ama, az çok bedellerini ödemek yerine, her daim beleş peşinde koşan kimi üniversiteler de (özellikle de vakıf üniversiteleri) bağışlasın beni…İlim ve bilim sizlerin yaptığınızdan biraz daha pahalıdır. Bazen de bedelini ödemek gerek…