Sen de diktatör değilsen...

Aslında geçen haftanın yazısıydı bu, sıcağı sıcağına yazılmış... (Yoğunluk nedeniyle yayımlanamadığından, soğudu ne yazık ki.)  

Sahi, siz hiç kitlesine “Ben diktatörüm” diyen “diktatör” gördünüz mü? Genel Kurul’da parmağını sallaya sallaya, hoşnut olmadığı Fenerlilere hesap sormaktan bahseden Fenerbahçe Başkanı da, kuralı bozmayıp, “Demokrasiye benden çok inanan bulamazsınız” dedi zaten...  

Öyle “demokrat” ki; tüm muhaliflerine, hatta gözünün üstünde kaşın var diyenlere bile, şiddetli tahammülsüzlük ve yok etme arzusu onda... Keza, kendisinden sonrasını dizayn etme merakı da... Başkanlığı bıraktıktan sonra, yerine gelecek şahsı belirlemesi yetmiyormuş gibi, ben yine burada olacağım diyerek sopasını gösteren yine o.  

Oysa, “demokrat” başkanın rakibi Hulusi Belgü, adaylık onayı için Sicil Kurulu’nun kendisini bir ay beklettikten sonra, kongreye 2 gün kala cevabın verildiğini söylüyor. Hatırlarsanız, benzeri bir şikayet, 2013 kongresindeki rakibi Aydınlar tarafından dillendirilmişti. Delege listesine, “gizli belge” gerekçesiyle ulaşamamaktan dert yanmıştı o da. Demokratmış... “Kendine demokrat” demek daha doğru olacak. 

Ya saygı anlayışına ne demeli?.. Kendisine, her seferinde “Sayın Başkan” diye seslenen diğer başkan adayına, kürsüden defalarca, “Oğlum...”, “Oğlum Hulusi...” diye hitap etmek ne mene bir iştir? Kongre konuşması mı yapıyorsun, Todori’de masa muhabbeti mi? Buna tepki göstermeyen, kürsüden kınamayan muhatabını da yadırgamamak elde değil. 

Yıldırım kongrede değinmese, geçmişte kalan bu konuyu açmayacaktım. Ama dedi ki, kasetin yayımlanmasını ben istedim ancak istediğim gibi değil, “tape gibi” yayımladılar. Sözünü ettiği, eski teknik direktör Ersun Yanal’ın, soyunma odasında futbolcularıyla yaptığı özel toplantının, gizlice çekilip basına servis edilen kasetiydi.  

Yapılan, 3 Temmuz kumpasında yasadışı kayıtların mağduru olan Yıldırım’ın kulübünde, aynı yöntemin teknik direktöre uygulanmasıydı. Kim çekti bu görüntüleri, sana kim getirdi, niye yayımlattın ve “istediğin gibi” yayımlanmayınca ne yaptın? Niye o tarihte yapmadın bu itirafını? Ve... Yaptığını yakıştırdın mı Fenerbahçe Başkanı’na?  

Ya hocanın özel hayatının ortaya dökülmesine ne demeli? Tipik cemaat yöntemleri değil mi bunlar, ne dersiniz? Fenerbahçe gibi, “sürekli OHAL uygulaması” olan bir kulüpte bugüne kadar, bu rezaletin faili bulunup ortaya çıkartılmadıysa, parmaklar bir kişiyi gösterir elbette. Tesislerde ondan izinsiz sineğin uçamadığı söylenen kişiyi...  

Fenerbahçe Başkanı Genel Kurul’da, “Diktatör olsam, 1 milyon üye der miyim?” kurnazlığındaydı. “1 milyon üye” projesindeki esas hedefin, “yönetsel” değil “ekonomik” olduğunu, kimsenin yüzüne vurmayacağını biliyordu. Kaldı ki, bu denli pragmatist bir liderin, yönetsel açıdan kendi ayağına pranga vuracak hantallaşmış bir yapıyı tercih edecek hali yoktu.  

Yine de, 6 bini aşkın üyeyi avcunun içinde tutabilen başkanı kutlamak gerek. Ne yaparsa yapsın sesini çıkarmayan, bırakın sert muhalefeti doğru dürüst eleştiri bile yapmayan 6 bin kişiden söz ediyor olsak da.  

İlkesel olarak çoğunluk haklıdır dersek, ülkeyi yaşanmaz hale getirenlerin arkasındaki yüzde 40’lara da hak vermek gerekir ki, bunu söyleyebilecek sağduyulu insan yoktur herhalde. 

Meselenin özünü kaçırmamak adına; Fenerbahçe, geniş perspektiften bakıldığında köklü ve önemli bir sivil toplum örgütü olsa da, özünde bir spor kulübü. Spor kulüplerinin ana hedefi de, yarıştıkları branşlarda başarı elde etmek malum.  

Fenerbahçe’nin bu sezon, futbolda ne yaptığı ortada. Taraftarı, zamanın hızla geçip, göz göre göre kaçırdıkları şampiyonluğun, yakıcı etkisinin hafiflemesini istiyor şu an. Hepsinin ve futbol otoritelerinin gözünde başarısızlığın aslî sorumlusu, Başkan Yıldırım.  

Meydanı boş bulan Yıldırım, zeytinyağı misali üste çıkıyor. Lafı taklalattırıp, “3 Temmuz”lara, kumpaslara, ihanetlere, çelmelere getiriyor. Tıpkı birilerinin, mağduriyetten yıllarca beslenmesi gibi. Belli ki bu malzeme de onun heybesinde tükenmeyecek uzunca süre. 

Çünkü bir tek kişi çıkıp da, “Bu kifayetsiz İsmail Kartal’ı, Cemaat mi getirdi takımın başına, yoksa AKP mi? Onu anlat bize!” demiyor, diyemiyor. “Ersun Yanal hangi rasyonel gerekçeyle gönderildi? Niye kendi ayağımıza sıktık?” demiyor, diyemiyor.  

Mazeretleri tükenmiyor... 26. haftadaki otobüsün kurşunlanması olayından sonra lig 1 hafta oynanmıyor. İzleyen 4 haftadaysa takım, 3 galibiyet 1 beraberlik alıyor. Ötesi, olayı izleyen ilk maçta liderliğe yükseliyor. Yani yarıştan kopmanın mazereti olarak, pek geçerli gözükmüyor Trabzon’daki vahim olay. Fenerbahçe, o güne dek ne oynuyorsa öyle devam ediyor. Ağır aksak... 

Geriye sarıyoruz... 25 Aralık’ta basına, kendilerine algı operasyonu yapıldığından bahisle, “İstatistiklere baktığımızda rakiplerden üstünüz. Geçen sezonki Fenerbahçe’den de üstünüz. Bazı baronlar Fenerbahçe’yi karıştırmaya çalışıyor” diyerek gerçek algı operasyonuna imza atan, görünen köye kılavuz olmaya kalkan başkan ve yöneticilerine, “Şunu bir anlat bize” diyen de çıkmıyor 6 bin kişinin içinden.  

Lafla peynir gemisi yürütmeye kalkışan Yıldırım’a hayatının dersini verdi, sırtını dayadığı, çiğliklerine göz yumduğu sahadaki burnu büyük tembeller ordusu. Ancak başkan, yaşadıklarından ders almaya ve normalleşmeye niyeti olmadığını bir kez daha gösterdi kongrede.  

Şimdilerde Cemaat bitti, iktidarın emellerine endekslendi görüşler. Aziz beyin değirmenine su taşıyanlar, “Yıldırım giderse, Fenerbahçe elden gider” düşüncesini egemen kılmaya çalışılıyor.  

Aslında bu, 16 bin kulüp üyesini küçültmekten başka bir şey değil. İçlerinde bir kişi dahi yok mudur, egemen siyasi güçlerin dümen suyuna girmeden kulübü layığıyla yönetebilecek? Hakikaten yok diyorsanız, nerede kaldı Atatürkçülük, “Son Kale”lik falan?.. İnsan, Kadıköy’de, Çağlayan’da, Metris’te gazlanan, coplananlardan utanır! 

ZERDÜŞT’ÜN BABASI DA SEÇİLDİ! 

2 gün önceki 2015 Genel Seçimi, AKP’nin oy kaybı ve Meclis’teki salt çoğunluğunu yitirmesiyle neticelendi. Kampanya süresince, Bilal’in babasının CB sıfatına aldırmaksızın seçime abanması, hayırlara vesile oldu bir anlamda.  

O da zaten hayırlara vesile olsun diye gezmişti, şehir şehir, meydan meydan... E, kalbi temiz, hakka hukuka saygılı birisi olduğundan, dileği gerçekleşti. Gerçi zaman zaman ağzından, o bilinen “nezaketine” yakışmayacak sözler de çıktığı oldu.  

Mesela Kürtlerin Demokratik Partisi ve mensuplarını kastederek, “Affedersiniz Zerdüşt bunlar, biz Müslümanız, benim Zerdüşt’le işim olmaz!” diye kükredi Hakkâri’de. Pardon! “Affedersiniz” olmayacaktı başta, onu Ermeniler için kullanıyordu.  

Bu türden nefret ve aşağılama söylemleri başlı başına ağıza biber gerektirirken, bazen görünmez kazalara da yol açabiliyor. Örneğin... AKP, Mardin’de geçen seçimde 1. sırayı layık gördüğü Muammer Güler’in -onca “başarısına rağmen” yaranamayıp- boşalttığı koltuğa, bu sefer Orhan Miroğlu’nu oturttu. O da milletvekili oldu.  

AKP’li Miroğlu’nun 2 çocuğundan birinin adı: Zerdeşt! Zerdüşt yani... Şimdi bu delikanlı babasına dönüp de, “Baba, senin çok sevdiğin Bilal’in babası, neden benim ismimi aşağılıyor? Bi’şi söylesene ona...” derse, ne diyecek Orhan Bey? Yahut, “Bana niye doğru dürüst bir isim koymadınız?” yanılgısına düşerse?..  

Öyle ya, memleketin CB’si söylüyorsa bir bildiği vardır elbet diye düşünmez mi o çocuk?.. En iyisi delikanlıyı biraz ferahlatalım: Belki de bildiği bir şey yoktur Zerdeşt... Fazla konuşmaktan, yutkunma refleksi dumura uğramıştır... Futbolculuk günlerini hatırlayıp, öylesine “gelişine vurmuştur”... Boş ver, iyi tarafından al işi, en azından babanın hatırı için...