Sen Kürtsün, alkış alkış


Mehmetçik zafer kutluyor
13 Eylül 1921. Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Mehmetçikler zaferi kutluyor. Gelenek sürüyor. Mehmetçik aynı Mehmetçik. Mavi bereliler ant içerken diyorlar ya... ölüm son durak. Son durağa gidene kadar keyif onların. Vatan onların. Zafer onların. Onun son durağı yok. Daha ileri! Daha ileri!

İstanbul Dayanışma Platformu başkanı E. Devlet Bakanı Önay Alpago'nun çağrısıyla, 11 Ekim'de bir kahvaltıda buluştuk. O gün Dünya Kız Çocukları günüydü.
Eskiden var mıydı?
Kim koymuş?
Neden koymuş?
Hiç önemli değil. Bugün Türkiye'mizde kız çocuklarının elinden tutmamız gerekiyor mu; gerekiyor.
O zaman karıştırmayın bu sorularla. Bir an önce işe koyulun.
Ama meraklısına bilgiyi vermeden de geçmeyelim. Çünkü önemli bir ayrıntı var. Bu karar Türkiye, Kanada ve Peru'nun önerisiyle 2012 yılında BM'de alınmış.
Bizim ülkemizde de çok sorunlar var.
Öncülük edelim.
Önemli bir bölümü devrimlerimizle çözülmüş. Ama yenileri çıkarılıyor. Verilenler geri alınmaya çalışılıyor. Her ne iş yapıyorsak, kız ve erkek çocuklarımızın geleceği için yapıyoruz doğru. Neden kız çocuk? Biri “onu da ayırdılar” diye AKP'yi eleştirmek için yazmış. O çok komik de, yanıt bile vermeye değmez. Ama bu bir hastalık. Gerçekten yana olmak değil. Gözü kara bir bağnazlık.
Neyse eğer bir toplumda cinsiyetçi bir ayrım varsa, hakkı yenenin yanında olmak gerekir. Onun elinden daha sıkı tutmak gerekir. Biz de erkek çocuklarımızın diyelim daha iyi milli bir eğitim almaları için, diyelim bölgesel fırsat eşitliği için çalışacağız ama kız çocuklarımız için ayrıca... biraz daha fazla gayret. Çünkü bazı bölgelerde okula bile gönderme konusunda sıkıntılar var.
Ama bölge deyince... oralarda da kızlarımızla kahvaltı yapıyorum. Can güvenliği istiyorlar, huzur istiyorlar, okula giderken minibüsleri taranmasın, asfaltların altında bombalar patlamasın, okulları yakılmasın istiyorlar... Terör sorununu çözmek birincil. Fısat eşitliği olsun, iyi eğitim alsın. Daha üst okula gitmek istiyor. Babası para kazanabilirse gidebilecek. Okullardan mezun oldular diyelim iş istiyorlar.
Diyeceğim o ki “sen Kürtsün, alkış alkış...” demek karın doyurmuyor. Hangi “Kürt” ya da hem “Kürt” hem de “kadın” milletvekili bölgede kızlarımızın derdine derman oldu. Önlerini açtı. Çoğu ağa, aşiret gelini kızı eşi. Zaten onların önünü kapatan yapının vekilleri.
Kızlarımız için çok çalışacağız.
Yine geldik birliğe. Yine geldik milli hükümete. Yine geldik milli ekonomiye.
Şunu gerçekleştirelim de siz de, benden kurtulun artık.
Ama yok.
Ona da söz vermeyeyim. Yüzüm kara çıkmasın.
Biz öyle öğrendik. Daha ileri daha ileri.
Buluruz varılacak hedefler.

Bu da Trablusgarp, 1911-1912.​

BU BİR HAYAL DEĞİL

Çok özür diliyorum. 1 Ekim tarihli yazımda haftaya yanıt vereceğim demiştim. Ama dalmışım. Bazen çok aceleyle bir yerden bir yere giderken, kıt olan zamanı değerlendiriyorum. Yazıyı öyle yazıyorum. Aynı bugün yaptığım gibi. Uçaktayım. Bilgisayarım kucağımda.
Notlarıma bakarken birden farkettim.
Sayın Cengiz Emektar'ın mektubuna yanıt vermemişim.
Şöyle diyordu “yoksulluğa çare” başlığıyla aktardığım mektubunda Emektar:
“Yoksul insanlar bile kapısının önündeki kedi köpeğin aç kalmasına seyirci kalamazken, bu muhteremlerin nasıl böylesine bir felaket karşısında sessiz kalabildiklerini, her yıl açlıktan 8-10 milyon insanın öldüğünü görmek dahi istemediklerini kavrayamıyorum bir türlü.
Oxfam'in yaptığı araştırmaya göre yüzde bire tekabül eden süper zenginlerin varlığı yüzde 99'unkinden daha fazlaymış. Eğer bu yüzde birlik süper zenginler her gün kendileri, yakınları ve birkaç dostlarının her biri için günde bir dolar verseler bu meblağ yıllık 500 milyar doları geçer ve lütfen sormak istiyorum: Dünya genelinde böyle bir uygulamaya geçilse bu kimi fakirleştirir, kimi mağdur eder; ve kim karşı çıkabilir?
Gene dünkü kösenizde “üç kuruşluk patatesle” ilgili olarak yazılanı okudum, ama buna pek de şaşırmadım, çünkü biz buna benzer bir hikayeyi bir (... ünlü bir otel adı. ŞP) çalışanından da dinlemiştik.”
Uzun uzun ekonomi politik yazı yazmaya yerimiz yok elbette.
Ama bir gazeteci olarak da siyasetçi olarak da hemen ilk önce, önerinin uygulanabilirliğini, yaşama nasıl geçebileceğini düşünürüm. Günde bir dolar toplamak kulağa ve gönüllere hoş geliyor ama binlerce kişiden “nerede... nasıl...” sorularına yanıt vermek olanaksız. Bir de “kime... nasıl...” soruları var.
Onun bir çaresini bulmuşlar. Çalışanlar, emekçiler yoksulluktan ölmesin “artı değer” üretmeye devam etsinler ki, mülkün sahibi zenginler daha zengin olabilsin diye vergiler toplamışlar. Hak sahiplerinin haklarına sahip çıkma mücadeleri sonucunda sosyal yardımlar, bölüşümler artmış. Ama en ufak bir sarsıntıda bunlar oradan buradan kırpılmış, parça parça geri alınmış. Bilgisayarınızın harf dizilimden anladığım kadarıyla yurt dışında yaşıyorsunuz, ya da yaşadınız. İkinci Dünya Savaşı'dan sonra kazanılan birçok sosyal destek ve hak sizlerin yaşadığı birçok ülkede de geri alındı. Diş tedavisi için o kadar çok Türkiye'ye gelen tanıdığım var ki.
Sistemin mantığı daha çok daha çok kazanmak, kârı olabildiğince artırmak; daha ağır daha ağır yükü çalışanın sırtına yüklemek. Bu devletler arasında bile uygulanıyor...
Dünyada değiştirmeye çalışalım. Ama onun için en azından kendi ülkeniz içinde adaletli bir bölüşüm sistemi kurmayı hedefleyen iktidarınız olmalı. Kendi kârı için ülkesinin kaynaklarını başka devletlere sunan bir yönetim değil. Üretimden vaz geçiren, buğday ekme, tütün dikme, pancar dikme diyen değil, üreticisini destekleyen küçüklerin daha da büyük olmasının önünü açan ekonomik ve siyasi bağımsızlığı olan bir devlet.
Kendi ayakları üzerinde duran, kendi kararlarını kendi veren, haksızlıkları düzeltebilecek güce sahip milli bir devlet.
Üreten, emekçi devletlerle omuz omuza.
Yakın zamanda örneğini yaşadık.
Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı duysaydık, emperyalist müdahalelere komşularımızla vaktiyle el ele tutuşup karşı çıkabilseydik bu kadar insan yerinden yurdundan olmazdı. Terörist kışkırtmalara milletçek, ayrım gayrım yapmadan karşı durabilirdik.
Yıllardır teröre karşı mücadeleye giden o kadar büyük miktarda kaynağı adaletli bir biçimde bölüştüren, yatırımlar yapan, millî eğitime harcayan bir devlet olsaydık. O terörü bombalarla, en makinelesinden silahlarla besleyen, ta yüreklerimize kadar uzanan elleri kırsaydık, hep birlikte haddini bildirseydik... İşimiz, aşımız, toprağımız, birlik ve bütünlük içinde bir vatanımız olsaydı...
İşte bu bir hayal değil.
Bir ütopya değil.
Etli kanlı canlı bir siyasi program. Bir milli hükümet programı.
Daha önce uygulanmış.
Atatürk gibi olmak.
Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik, devrimci...
Hadi, buyurun buradan.

NE OLDU BİZİM MERCİMEKLERE

Elif Ergü Demiral yazmış:
Kanada'ya mercimek satarak Kanada'da 'mercimek kralı' olan birinin haberini yapmıştım. Artık mercimeği de Kanada'dan alıyoruz
Vahap Munyar yanıtlamış:
Sevgili Elif, o işadamı işlerinin önemli bir bölümünü Kanada’ya taşıdı. Oradan mercimek gönderen de aynı işadamı.


Yeniden yeniden üretiriz
Kayseri, Kültepe'de bulunan bir ana tanrıça. MÖ 2500-2000'e tarihleniyor.
Nedense hep kendimizi buluyorum bu fotoğraflara bakınca. Bir kabarıyorum bir kabarıyorum hiç sormayın...