Sensin Çomar!

Tarama Sözlüğü’nde boynuzsuz koyun; Evliya Çelebi çoban köpeği der. Çomar, koyunların başında duran da demek, koyun da. Türk mitinde Bayçomard adlı tanrı, avcıları koruyan, av bereketi veren, tüm hayvanların dilini bilen adam. Moğolca bay, paylaşan, zengin (bayındırlık, bay - bayan); çomart, Farsça cömertle ilgili; dolayısıyla çomarla da. Çom, nazarlık olduğu gibi çalı öbeği de demek, avcıların gizlendiği.

İlişkiler kuruldu: Av, bekçi, koyun, köpek. Türkiye’de, halkına böyle bakan, ona böyle seslenerek kendini ilerici sayan, sarı saçlı mavi gözlüsünü özlese de hiç Nutuk okumamış bir Atatürkçü kitle var. Dindar olduğu için ahlaklı olduğunu sanan kadar, rakı içtiği için ilerici olduğunu sanan bu kitle de korkunç. Atatürk’ü, kimi meyhanelerde elindeki rakılı fotoğrafıyla anar. Üstelik orada paşanın elindeki rakı değil ayrandır. O devirde öyle koca bardakla içilmiyor zaten, kahvaltı eder gibi çayla rakı içen ilerici ne bilsin! Kendi dilinde henüz -de -da ekini doğru kullanamayıp dört dilde günaydın diye Tweet atar, işte ilericilik! Halk hakkında konuşurken Goethe’nin “örgütlü cehaletin eyleme geçmiş” hali diye buyurur hemen! Bu laf Goethe’nin hangi kitabında sor, bilmez, okumaz ki! İşine gelir böylesi, çünkü kolay. Belki böyle bir laf bile yok, ne fark eder? Bu ilericilik, her şeye inanabilir, kendi insanına cahil diyecek, her türlü gider!

Oysa cahil, bilmediğini bilmeyen. Sebepleri var bilmeyişin; öğretilir. Cumhuriyetin ilk on yılında okuma oranı yüzde yetmişe erişir. Cahillikten kötüsü bildiğini sanma kibridir; bilir gibi yapıp başkasını hakir görmek. Attilâ İlhan, bu kibirli hal için yurttaşını hangi nedenle olursa olsun küçümseyen sömürgeci tavrı der. Yakup Kadri, 1931’de Yaban’dan seslenir: “Okumuş bir İstanbul çocuğuyla bir Anadolu köylüsü arasındaki fark bir Londralı İngiliz ile bir Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür.” İngiliz, Hint ve sömürgeci bağlantısına dikkat!

Gerçeğine ve gerçek yerine razı olamamış sözde ilerici yeniklerin kimisi günümüzde halka sadece folklorik öğe olarak katlanır. Halk, köyden salça, turşu gönderen; organik işini ucuza kapattığı hemşeridir! Balkondaki erzak kolisine bakınca bizimki de arada köylü olduğunu hatırlar; oysa bayram seyranda iki gün fazla kalsa sıkılır kasabasında. Sonra da intikam olsun, tutup söver sokağa çıkma yasağından önce dışarı çıkıp markete doluşanlara.

Halk güzellemesi yapıp geri kalmışlığı övemem ama bu pis aydın oligarşisini de göklere çıkartacak değilim. Soru var: Nâzım’ın büyük insanlık dediği, bunların beğenmediği kalabalık değilse kimdir? Yoklukla büyümüş, fakirlikle terbiye edilmiş, unutulmuş; kimsesiz, büyük şehirde zor tutunmuş, iyi beslenmeyen, dökük dişli, gözünün feri uçmuş, belki kaç gündür yıkanmamış, bakımsızlıktan çirkinleşmiş, gazete bilmez, dergi nesine gerek, Recep İvedik’ten başkaca film bilmemiştir. Kim bunlar? Hani sayın ilerici hiç evden çıkmayıp çok kitap okuyor, Netflix izliyor ya; gördüm dün, birinci sıradaydı o çok elit Netflix’te İvedik!

Gazi, bunların dedeleriyle yaptı devrimini, yapamıyorsan kendine bak! Ona buna çomar deme! Büyük insanlık bu yavrum işte! Askere giderken uğurlayanı olmamışlar; kardeşini, amca oğlunu, uzak yakın akrabasını memlekete şehit vermişler, kimselerin arka çıkmadığı insanlar, senin halkın bunlar. Hep yarın ne yerim, kovulursak ne ederim kaygısı taşıyanlar. Yaban’da, Ahmet Celal, hiç anlamadığını söyler onları: “Bazen ne dediklerini hiç anlamıyorum. Buğday, arpa, davar, öküz, saman? Bunlar da ne demek olacak?” Anlamaz Celal, çünkü babasının mülkünü satıp taşınmıştır oraya. Onlarınsa kaybetme korkusu var. Başka parası olmadığı için sadece çikolata aldı belki o uğursuz sokağı çıkma gecesi bir adam, bilemem. Fakat durum yalnızca böylesi romantik biçimde açıklanmaz. Cehalet de değil sayın ilerici. Yoksunluk var orada! Arabasına yasaktan önce benzin alan, çuvalla patates ekmek, paketlerce makarna taşıyan, sırada dövüşenlerle çikolata - kola alan arasında fark yok! Madem evde duracak, hepsinde duygu aynı: Temel beslenme kaygısı ve elindeki tek lüksten yoksun kalmamak. Tek lüksü bu onların belki. Bu kolayla çikolata!

Haberi duyunca da şaşırıp markete gittiler, kalabalığı görünce şaşırdı her biri. Hepsi ötekinin kaç ekmek aldığına baktı, acaba ona da kalacak mı? Neden şu on tane aldı, sanki kaç gün evde durulacaktı. Aynı kuyruktaki her biri, suçladı diğerini.

İşte bu gelişmemişlik, çocukluk hastalığıdır sayın ilerici. O ilk, en ilkel duygu: Yoksundur o “bidon kafalı”. Ona ödev verilmiş, defteri yokmuştur, yetiştirememiştir. Okulda geziye katılacakmıştır mesela, para bulana kadar giden gitmiştir. Yaşar Kemal onları yazdı hep; sen de okuyup sevdin; şimdi mi çomar oldular! Yetişememiştir o. Çocuğu doğmuş bez parasına yetişememiş; evlenmiş karısına. Bir kere yetişemeyince de hep geriden gelir zaman. O cahil, bilmiyor tamam. Ya sen? Tek kanal izler, tek gazete okur, romancı diye tek kişi bilir; sonra tek adamlık eleştirirsin sosyal medyadan. Çomar senin renksiz, kaybetmiş mücadelendir. Ötekindeyse zerre haberi olmadığı bir var olma telaşı var, hiç bilemeyeceksin.

Nâzım, kavganın dışına düşmek acı derdi; kim için kavga? Geri olsun, ileri; halk için değil mi! Sense bir çanak suda yağ damlası, az ama hep üstte onlardan. Yaban’da Ahmet Celal, kırda bir konserve kutusuna çarpar. Amerika'dan gelmiş bir kutudur bu, üstünde İngilizce birtakım şeyler yazar. Eğilip bakınca “âdeta bir eski aşinayı görür”. Sen, “bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşi”sin. Çomar, bu insanlar değil, sensin!