Sevgili Doğan abi
Cuma, bayramın ilk günü (1 Eylül) aramıştım Doğan Abiyi.
Bayramını kutladım, halini hatırını sordum.
“Datça’dayım” dedi. Yılın 9 ayını burada geçirdiklerini söyledi.
İlk planı İzmir’di.
İzmir’e, deniz kıyısı bir yere yerleşmeyi düşünüyordu. Sonra herhalde Datça daha çok hoşuna gitti, iki senedir oradaydı.
Son konuşmamızda, “Ne yapıyorsun Doğan abi?” diye sormuştum. Bu, daha çok “Ne yazıyorsun Doğan abi?” sorusuydu. Çünkü Doğan abi hiç boş durmazdı, mutlaka bir kitap yazardı, ya da çeviri yapardı.
1995’ten beri tanıdığım Doğan abi hiç boş durmadı. İster tatilde, ister hapiste mutlaka yazardı. Ve hep yeni bir şeyler olurdu yazdıklarında, araştırmacı gazeteci idi o.
Sonradan gazeteciliği bıraktı, araştırmacı yazar oldu.
“18. Yüzyılda İstanbul’da yaşamış bir Fransız doktorun kitabını çeviriyorum” dedi son görüşmemizde.
İstanbul’un sokaklarını tek tek ayrıntılı biçimde anlatıyormuş dediğine göre.
“Doğan abi, ben de senin Sırların Kavşağında romanına başladım” dedim.
İnsanları olduğu kadar hayvanları da çok severdi.
“İlginç değil mi dedi. O kitabı bir kaplumbağanın gözünden yazdım, Manşeti Yıkın romanını da bir köpeğin gözünden yazmıştım” dedi.
“Bu çeviriden sonra başlayacağım kitabı da bir maymunun gözünden yazacağım. Öyle farklı bakış açılarından bakıp yazmayı çok seviyorum” dedi.
En son arkadaşlarının yanından “kediye ilaç vereceğim” diye ayrılmış zaten.
Ama yazmayı daha çok seviyordu. Onun yaşam gayesiydi.
Doğan Avcıoğlu’nun meşhur Türklerin Tarihi kitap dizisinin en son ve kayıp olan 6.’sını ailesinin evinde el yazmaları halinde bulduğunda, hazine bulmuş kadar çok sevindiğini hatırlıyorum.
Adeta kayıp kıta Atlantis’i bulmuş kadar mutluydu, merhum eniştesinin Osmanlı’nın düzenini anlattığı kitabını bulduğunda.
Doğan Avcıoğlu’nun el yazısı çok zor okunuyordu, adeta bir doktorun reçetesine benziyordu.
Ama Doğan abi üşenmedi, tek tek sayfaları çözdü, kitap haline getirdi.
Soner Yalçın ile birlikte yazdığı, Reis, Bay Pipo, Abi kitaplarında da aynı hassasiyeti gösterdi.
1968’den beri peşinde olduğu gladyoyu o kitaplarda anlattı, gösterdi.
Ne de olsa sıkı bir devrimci ve sıkı bir Aydınlıkçı’ydı.
Dostlarını çok sever, düşmanlarından ise nefret etmezdi.
Onun için en önemli şey, insanlarla uğraşmaktan çok gerçeklere ulaşmaktı.
Yazmayı da onun için seviyordu.
Çelebi Devrimci Doğan Abi, üşenmedi iki de sözlük yazdı.
Biri, iki ciltlik Güncel Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük, diğeri de gazeteci Cengiz Erdinç ile birlikte hazırladığı “Çetele” isimli “siyaset mafya bürokrasi ilişkilerinde kim kimdir” sözlüğüydü.
Sırların Kavşağında ve Manşeti Yıkın isimli iki yarı belgesel romanı da vardı.
Son konuşmamızda sesi biraz yorgun geliyordu.
Ama sesi hep yorgun gelirdi.
Yılların birikimi vardı. Acılar, halkçı - devrimci mücadele, gladyo ile tanışma ve ifşa etme…
İfşa ettikleri tarafından hapse atılmak.
En son da gladyonun ta kendisi, FETÖ tarafından
O nur yüzlü, munis, masalcı dede bakışlarının ardında Türkiye’nin devrim tarihi vardı.
Yazı emekçisi, gerçek bir aydın, Aydınlıkçı ve devrimci Doğan abiyi öylece yitirdiğimize inanamıyorum.
Daha yazacağı çok kitabı vardı.
Ortaya çıkaracağı daha pek çok gerçekler vardı.
Çok üzgünüm onu kaybettiğimiz için.
Işıklar içinde yat sevgili Doğan Abi.