Şeyhülislamdan daha mı alimsiniz?
“Elinizdeki kitabın kapağında gördüğünüz kişi, Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin eşi Fatma Zehra Hanım’dır. Resim, 1902 yılına aittir. Elbisesinin önünde, 1878 yılında II. Abdülhamit tarafından hayır ve yardım işlerinde başarılı olan kadınlara verilen ‘Şefkat Nişanı’ taşımaktadır. Herhalde bu nedenle poz vermişti.
Ve... Görüldüğü gibi başı açıktır.
II. Abdülhamit dönemiyle özdeşleşen Cemalettin Efendi, toplam 18 yıl şeyhülislamlık yaptı. İttihatçıların Almanlara yakınlaşmasına karşı çıktığı için 1913’te Mısır’a sürüldü. Peki...
Şeyhülislam deyince aklınıza ne geliyor? Tahmin ediyorum...
Demek... Osmanlı döneminde ‘gerici’ bilinen II. Abdülhamit’e yakın ve ‘ilerici’ bilinen ittihatçılara karşı bir şeyhülislamın eşi başı açık poz veriyordu.
Demek... Tarihimizde doğru sandığımız ama yanlış bildiğimiz konular var...
Önyargıları yıkmak zorundayız...
Yanlış, hatalı olanı cesurca dile getirmeliyiz...”
***
Bu sözleri Soner Yalçın’ın son kitabı “Galat-ı Meşhur, Doğru Bildiğiniz Yanlışlar” isimli kitabın giriş bölümünden aldım.
Soner, bugün kadının saç telini dindarlıkla ilişkilendiren yobazlara, bu örnekle asla yanıtını veremeyeceklerini bir soru sormuş oluyor:
“Siz, şeyhülislamdan ve onun eşinden daha mı bilgilisiniz?”
***
Kitabın sadece giriş bölümünde sıralanan diğer “doğru bildiğimiz yanlışlar” da çoğumuzun ağzını şaşkınlıktan açık bırakacak türden...
Örneğin:
“Gel... Ne olursan ol, yine gel” sözlerinin Mevlana’ya değil, 1100’lü yıllarda Horasan’da yaşamış olan Ebu Said-i Ebu’l Hayr’a ait olduğunu...
Mevlana’ya ait olduğunu sandığımız o meşhur portrenin 1960’lı yıllarda Tahran Üniversitesi’nde düzenlenen Mevlana konulu minyatür ve resim yarışmasında birinci gelen resim olduğunu... Gerçek Mevlana’nın o resimdeki adamın aksine çok daha zayıf olduğunu... Sakallarını kısa tuttuğunu, çünkü uzun sakalı “kişinin gururlanması” olarak gördüğünü, bunun kişiliğiyle uyuşmadığını...
İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan diye birinin gerçekte olmadığını...
“Kömürü ilk bulan kişi” diye ders kitaplarına konan “Uzun Mehmet” diye birinin tamamen uydurma olduğunu, böyle birinin yaşamadığını...
Milliyetçilerin sıkı sıkı sarıldığı “Kızıl Elma”nın Kanuni Sultan Süleyman tarafından sık sık kullanılan bir ifade olduğunu; ama aslında Vatikan’ı simgelediğini birçoğunuz ilk kez bu kitaptan öğreneceksiniz.
***
Kitapta dünden bugüne binlerce “doğru bildiğimiz yanlış”, nedenleri ve kahramanları ile birlikte gün ışığına çıkarılıyor.
Hele hele bugün bizi yönetenlerle ilgili bazı bölümler var ki; okuma alışkanlığının yaygın olduğu başka bir ülkede yazılsa, yeri göğü birbirine katar...
Sadece şu kadarını söyleyeyim; Bahçeli’yi, Erdoğan’ı, Davutoğlu’nu, Kılıçdaroğlu’nu, bazı iş, siyaset ve devlet adamları ile sözde gazetecileri, sözde aydınları ve cemaat lümpenlerini daha yakından tanımak istiyorsanız; bu kitap sizin beklentilerinizi de karşılayacak...
Örneğin ben, aşağıdaki yazıda anlattığım “Kazdağı’ndaki Kamp” hikayesini ilk kez duydum.
Bazı kitapların mutlaka alınması ve okunması gerekir ya...
Emin olun, “Galat-ı Meşhur” onlardan biri!
Galat-ı Meşhur
DOĞRU BİLDİĞİNİZ YANLIŞLAR
Yazan: Soner Yalçın
Yayınlayan: Kırmızı Kedi
Baskı tarihi: 2016, Nisan
Sayfa sayısı: 471
Etiket fiyatı: 25 lira
1979’daki Akıncı Kampı!
Yıl 1979...
15 lise öğrencisi... 18-20 yaşlarındaydılar.
Başlarında Faysal Abi’leri vardı.
Kaz Dağlarına kampa gidiyorlardı. Ne kampı olduğu vapurda toplu namaz kılmalarından belli oldu; spor yapacaklardı ama asıl dini eğitim alacaklardı.
Yol bittiği için yolun bir bölümünü yürüdüler ve orman içine gizlenmiş kamp yerine ulaştılar. Otağ gibi büyük bir çadırda hep birlikte kaldılar.
Çadırın sahibi arkadaşları Murat Ülker’di. Sabah akşam yedikleri kutu kutu Ülker bisküvileri de onun hediyesiydi!
Kampın rutini şuydu:
Sabah ilahilerle uyanıyor, dağ suyuyla abdest alıp, toplu namaz kılıyorlardı. Kahvaltıdan sonra dini eğitim alıp Kuran-ı Kerim okuyorlardı. Herkes sırayla ezan okuyordu.
Öğleden sonra ilmihal hocası; kadın sesinin, müziğin günah olduğu gibi bilgiler veriyordu!
Coşkuluydular, altı ay önce İran’da İslam Devrimi gerçekleşmişti! Sanıyorlardı ki İran dalgası Türkiye’yi de hemen etkileyecek ve devrim sürecekti.
Kendi aralarında tartıştıkları, devrimin silahlı mı, silahsız mı olacağıydı!
Çadır etrafında nöbet tutuyorlardı, ellerindeki derme çatma tüfeklerle! Büyükleri tembih etmişti; ‘Domuzlara karşı kendimizi korumak için silahla nöbet tutuyoruz’ diyeceklerdi.
İçlerinde en disiplinli ve çalışkan olan, Murat Ülker’in İstanbul Erkek Lisesi’nden sınıf arkadaşı Ahmet Davutoğlu’ydu!
Okulu o yaz bitirmişlerdi...
Çok sevmelerine rağmen ağabeylerini kızdırmamak için kampta futbol oynamıyorlardı. Oysa, ‘438 Davutoğlu’, İstanbul Erkek Lisesi’nin arkasındaki moloz taşlı bölümde her teneffüs futbol oynuyordu. Sınıfları okul şampiyonluğunu bile kazanmıştı! İyi futbolcuydu; kıvraktı.
Kampta din konusunda içlerinde en bilgili olan da Davutoğlu’ydu; kamptaki öğrenci arkadaşları bir şey yapmaya kalktığında, hemen ‘mekruhtur’ (haram) diyerek kampın neşesini kaçırıyordu! Disiplinliydi.
Davutoğlu’ndan sonra kampın diğer çalışkan ismi; İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden Numan Kurtulmuş’tu. Aynı yaştaydılar; 20...
1979’daki Kaz Dağları’nın iki genç ismi bugün Türkiye’yi yönetiyor.