Sezai Karakoç: Dürüst bir Necip Fazıl

Sezai Karakoç’un ardından yazılanların çoğunda, Cemal Süreya’nın “99-Yüz”deki portre yazısından ille de şu satırlar alıntılanıyor: “Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”

Bu tanıma bugün sık sık başvurulmasında, İslamcı bir şair olarak Sezai Karakoç’u, Marx’ı, Nietzsche’yi, Rimbaud’yu, Dali’yi, Nâzım’ı bilip sevenlerin, “solcuların, laiklerin, ilericilerin” vs. gözünde “temize çıkarma” gayreti var mıdır bilemem ama Cemal Süreya’nın bunu aklından bile geçirmediğine eminim. “Sıkışmış, sıkıştırılmış deha” olduğunu söylediği, “alçakgönülle yüksek uçtuğunu” belirttiği yakın arkadaşına dair kimi kafalardaki böylesi bir “ihtiyaç”, herhalde büyük ürpertiye yol açardı Cemal Süreya’da.

O yazıda Sezai Karakoç’un “Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsü ile adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkinin” iç içe geçmiş hali olduğu da belirtiliyor, “Sağın, özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız” olduğu, bir başınalığı, hiçbir ortaklığa girmeyişi de…

“BAZI KİŞİLERİ BÜYÜK DÜŞÜRÜR”

Şöyle yazmış Cemal Süreya: “Yaşama konumu olarak da tek ve benzersiz bir kişi. Tek ama 1960’tan bu yana mukaddesatçı kesimde boy gösteren sanatçı ve yazarları en çok o etkilemiş. İsmet Özel bile yeni yöneliminde ilk onu aramıştı. Özdenören kardeşler Anadolu’ya Kafka yaratıkları salarken ondan ışık almışlardı. Cahit Zarifoğlu’nun büyük inanç içindeki küçük inançsızlıklarını Karakoç’tan sapma olarak düşünebiliriz (…) Dışarıya karşı bağnaz değil. Her şeyi tartışabilirsiniz. Kimseyi küçük düşürmez. Ama bazı kişileri büyük düşürdüğü olmuştur. En ilkelle en modern arasında durur.”

Görüldüğü üzere Cemal Süreya da Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, İsmet Özel’i, Özdenören’leri, Cahit Zarifoğlu’nu biliyor ve buna hiç şaşırmıyoruz, ayrı bir sevinç payı çıkarmaya çalışmıyoruz!

(Bir parantez açarak; örneğin 1940 kuşağının fedailer mangasındaki solcu Rıfat Ilgaz ile Necip Fazıl’ın tilmizlerinden, Türk-İslam Sentezi’nin en tipik temsilcilerinden Prof. Dr. Ayhan Songar’ın dostlukları da bu çerçevede ilgiye değerdir.)

İKİNCİ YENİ’NİN BAŞLANGICI

“Yıkıcı” sayısı hayli fazladır da şiir tarihimizde birden fazla kez “kurucu” olarak tanımlanmış çok fazla şair yoktur. Ece Ayhan, 1989’daki “Ayağa Kalkarak ‘İkinci Yeni’ Akımı” başlıklı yazısında, “İkinci Yeni akımı ya da serüveni, başlangıçtaki ilk anlamıyla Sezai Karakoç ile Cemal Süreya’dır” diyor lafı hiç uzatmadan (“Şiirin Bir Altın Çağı”, Yapı Kredi Yay., 1993, s.18).

Özel olarak Sezai Karakoç için de şöyle demiş Ece Ayhan 1987’deki “Karaşın ya da Sarışın”da: “Bence ‘aydın’ın yalnız değil ‘yapayalnız’ bırakılmış olması zorunludur. Ve en azından 30-40 yıl sürecek. Yine sözgelişi, Yeni Laiklerce ‘karanlıkçı bir şair’ sayılabilecek Sezai Karakoç böyle bir lanetlemeden yakınmaz! Fatih’te sarı devletin kara bir çatı katında kirada oturur. Sonradan öğreniyorum ki Sezai Karakoç’un kiralık bir evi dahi yokmuş. Yaş 55; zamanımızın sessizce iki önemli şairinden biridir.” (“Şiirin Bir Altın Çağı”, s.27.)

İkinci Yeni kuruculuğunun ardından, bambaşka sulara yelken açarak (ve kendi yayınevini kurarak) bir başka kurucu rol de üstlendi Sezai Karakoç. 1960-70’lerdeki “İslamcı-Diriliş” şiirlerini kast etmiyorum yalnızca; 1980’lerin sonu ve 1990’larda ortaya çıkan genç İslamcı şairlerin modernist akımla buluşmasında önemli rol oynadı, İsmet Özel’le birlikte düşünsel boyutun iki temel direğinden biri oldu.

ŞEMSİYESİZ ŞAİR

Bir zamanlar, “Yuvarlak top küçük top ve tak tak / Ping-pong masası varla yok arası / Ben ellerim kesik varla yok arası / Öpücüğüne eyvallah ve tak tak / Beraber sinemaya… evet… ve tak tak” dizeleriyle, Sirkeci’ye değil, “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” diyenlerin arasında yer alan şair, artık “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır / Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır / Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır / Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır / Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır / Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır” diyerek seslenmekteydi “sevgili”ye.

“Bütün alınlar yere değer / Caminin bir saçağı düşer ansızın / Namazda Gök Gürültüsü Sûresi / Bir kılıç gibi kınından sıyrılır”ın, Cemal Süreya’nın deyimiyle “şemsiyesiz” şairi, evet, belki yeni bir Müslüman şair kuşağının doğumunda etkili oldu, bir tür “dirilticilik” yaptı ama o şairlerin de çoğu son 20 yılda bambaşka gürültülerinin arasında kaybolup gitti.

Hoş, bana sorarsanız şairler değil ama şiir de kaybolup gitmekte.