Şiir: Edebiyatın Hüma Kuşu

Şiir için eskiler “manzum (vezinli) ve mukaffa (kafiyeli) söz” tanımlamasını yaparlardı.

Yani edebî bir metnin içinde vezin ve kafiye bulunuyorsa, bu onun şiir sayılması için yeterli görülüyordu.

Ancak şiir sadece, söze müzik âhengi sağlayan vezinden ve kulağa hoş gelen ses tekrarından (kafiye) ibaret bir şey olamazdı.

Şiirin elbette bunlardan daha fazla ve daha özgün bir anlamsal karşılığı olmalıydı. Klasik edebiyatımızın büyük ustaları şiiri sözün anlam fezasında özgürce kanat çırpan Hüma Kuşu’na benzetirler.

Bu benzetmede şiirin anlamı Hüma Kuşu’nun gövdesi; kelimelerden ve cümlelerden kurulu mısralar ise onun yücelere uçmasını sağlayan kanatlarıdır.

UÇSUZ GÖKLERİ VATAN TUTAN KUŞ

Hüma, Türk ve Fars mitolojisinde (edebiyatında) önemli bir yer tutan, inanışa göre maddi varlıktan, bedenden neredeyse soyutlanmış, yeryüzüne inmeye tenezzül etmeyen, uçsuz bucaksız gökleri vatan tutmuş efsanevi bir varlıktır.

Şiir de tıpkı Hüma Kuşu gibi, harflerden, kelimelerden ve tümcelerden neredeyse arınmış, sadece anlam, sadece duygu yoğunluğu hâlinde sözün ve güzelliğin gök kubbesinde pervaz eyleyen kozmik bir varlıktır.

Şair Hayrî’nin şu beyti şiir-Hüma benzetmesine dair güzel bir örnektir:

Şi'r-i terümer bâb-ı dile feyz-resândur

Her mısra'ı fark-ı hünere bâl-i hümâdur

Şair Hayri diyor ki: “Benim taze (el değmemiş imgelerle dolu) şiirim, edebiyat dostlarına feyizler sunmakta… Şiirimin mısraları sanat/hüner göğünde uçan Hüma Kuşu’nun kanatlarıdır.”

Şiirin maddî varlıktan olabildiği kadar arınmış ve daha çok anlam yoğunluğuna ağırlık veren manevi bir varlık gibi telakki edilmesi onun, insanları meftun eden (kendine bağımlı hâle getiren) “peri” gibi düşünülmesi sonucunu da doğurmuştur.

Şair Necati, bu benzetmeyi bakınız, ne büyük bir ustalıkla şiirinde kullanmıştır:

Göze görünmez Necatî şi’rilîk

Bir perîdir âdemi bî-hûş eder

Necatî burada şiirini överken diyor ki: “Bu Necatî’nin şiiri hiç göze görünmese de, bir peri gibi insanın aklını başından alır.”

ŞİİR VE İLHAM

Şiir esas olarak bir ilham (esinlenme) olayıdır.

İlhama; şairin şiirin anlamını oluştururken gereksinim duyduğu düşünsel ve ruhsal enerjidir.

Ona çok yükseklerden şairin dimağına ve kalbine inen bilgi ve ışık olarak bakabiliriz.

Peki, şair bu enerjiyi nereden almaktadır?

Bir sanat ve edebiyat türü olması dolayısıyla, düşünme ve kalbî yeteneklerin çalıştırılması ile doğrudan ilgili olan “şiir”e vücut veren yaratıcı ilham; sahip olunan maddi manevi bilgi birikimi, tecrübe ve doğal yeteneğin eseridir.

Eski şiirimizde şairler şiirsel ilhamın “felek”ten geldiğine inanırlar ve mesela mesnevi gibi uzun şiirleri yazarken, ilhamları kesildiğinde feleğe yalvarıp yakarırlardı.

Bizim aşk romanlarımız olan mesnevilerin “sakiname” bölümlerinde, şairler ilham şarabı dağıtan meyhane görevlisi (saki) gibi düşünülen feleğe hitap ederek ondan kendilerine ilham şarabı sunmasını isterlerdi. Fuzuli’nin Leylâ ve Mecnun mesnevisinde buna dair çok güzel örnekler bulunmaktadır.

FELEKTEN BEKLENTİ

Klasik Fars ve Türk şiirinde felekten istenen ilham, eski Arap cahiliye şiirinde cinlerden talep ediliyordu. Şiirin cin dili olduğuna inanılıyor; her şairin bir cini olduğu ve şiirsel ilhamın şairlere bu cinler tarafından verildiği kabul ediliyordu.

Farslar Müslüman olduktan sonra ilhamın alınma işi cinlerden, İslam kültüründe de kabul gören, Sümer astrolojisinde varlık düzeninin izahı sadedinde öne çıkartılan “felek” mitine geçti.

Ama bizim, hiçbir kalıba sığmayan ve kendini beğenmişlik duygusunun doruklarında yaşamayı seven şairimiz Nef’î şiirsel ilhamı “felek”ten alma işini kendine yakıştırmayarak doğrudan doğruya Tanrı’dan esinlendiğini iddia eden şiirler kaleme almıştır.

Bu şiirlerden en çok tanınanı ve bilineni; “Tuti-yimûcize-gûyem ne desem lâf değil / Çarh ile söyleşemem âyinesi saf değil” beyti ile başlayan meşhur gazelidir.

Önümüzdeki yazıda Nef’i’nin bu harika gazelini şiiri anlama açısından değerlendirerek şiiri, şairi, sözü ve anlamı konuşmaya devam edeceğiz.

Şiir ve anlam dolu günler dileği ile…