Şiirin yenilmezliği
Eski dünyalıdır şiir, ama hep yenidir. İlk sözcükteki bilinci lekeleyen ses odur. Duyarlığımızın uzayıp giden ışık çizgisinden, yaşadığımız her şeye can veren izler bırakan yine o.
Bu, doğasından gelir şiirin. İlkin kendiliğinden bir varoluşu vardır. Eskiliğinin kaynağı buradadır. Kendi için vardır, terler, hakkeder ve yaşar. Öylesine içtendir. Ve bu yüzden özveriye, içtenliğin dayattığı, onun kıldığı vazgeçilmez bir ereğe; geleceğini omuzlarında taşımaya yazgılıdır, yenilenmekle yükümlüdür. Bu demektir ki, şiir salt kendinin aracıdır. Bu ona yeter.
Çünkü şiir, doğal oluşun, bilinçliliğin ve edimin yalın ve saf somutlanışıdır. Dürüstlüğünü ya da art niyetini er geç ele verir. Doğasındaki birlik; zamanın geçmiş, bugün ve gelecek boyutlarına yayılış, insani bütünselliğin bu ekseni, onu, gerçekliği dışında, kendisinden başka bir varoluştan alıkoyar. Çünkü şiirin gerçekliği, insanın dolaysız gerçekliğidir. Baskıya, egemenliğe, paranın ve mülkün hayatımızın her karışında başvurduğu ve başardığı zoralıma karşı koyuştur. İnsani olanı yitirmeyen ve üreten, yabancılaşmamış duyarlığın, yaratıcı emeğin bütünlüklü olarak billurlaştığı, doğruluğun eninde sonunda yüze çıktığı bir şeydir. İnsanlık hazinesinin, tüm deney ve birikim olanağıyla, mümkün olan en yetkin düzeyde birey imbiğindeki rafine somutlanıştır.
Şiir, salt kendinin aracı olarak, kendisi olarak, insanın en dolaysız aynılaştığı, kendine en yakın olduğu, kendileştiği gerçekliktir. Bu yüzden o, her şeyden önce ve en başta içeriktir. Çünkü insan, içeriğin dışlaşmasıdır, bir biçimin kabullendiği şey değildir, tersine, kendi biçimini yaratır, benimser ya da kabullenir, kendini var edişinin amacı olarak da doğayı ve kendini değiştirir, biçimler. İçgüdülerin baskısının azaldığı anda, onların verdiği acı ve mutluluğun, doğayı kendinde aşmanın üretimidir şiir.
İlk sözcük, doğadan özgürleşmeye doğru atılmanın ortak coşkusunu, zaferin sevincini yayarken, yaşanmışı ve ereği paylaşmalım gereci de ortaya çıkmıştır. İnsan, verili biçimi, doğanın kendisine koyduğu sınırlan aşma yetisini kanıtlamıştır. Doğanın karşısına çıkışının coşku yükü olan ve bunu belgeleyen sözcük, içeriği ve biçimiyle şiirin asla vazgeçemediği gereci olmuşsa, şiir, sözcüğün tüm huylarını edinerek yetkinleşiyorsa, nedeni budur.
Sözcük, nesneleşmiş içeriktir. Şiir, bu içerik - biçim birliğinin yoğun ama büyümüş, özlü ama oylumlu gerçeklenişidir.
Sözcük, köküyle, çoğalma ve yenilenme potansiyeliyle vardır. Bu yeti, eskiyi ve yeniyi aynı anda kapsama olanağını kazandırır ona. Şiir, bu nedenle bir ayağı gelenekte, bir ayağı yenide olan duyarlıktır. Gerçekliğin süreciyle izdüşümlüdür, ama salt onun izdüşümü değildir, aldığını çoğaltarak verecek kadar cömerttir. Gerçeksiz edemez ama, gerçek de onsuz asıl gücünden yoksun kalır. İşte bu yüzden, gerçekliğin dönüşümüne hız verme yeteneğini ortaya koyma zorunluğu yüzünden sürekli yenilenmek zorundadır şiir. Doğayı değiştirirken kendini de aşan, kendini aştıkça doğayı değiştirme potansiyelini büyüten insanın serüvenini aynıyla yaşar. İnsan, yeni konumuna eski bilgisi üzerinde yükselir. Şiir, her türlü yenilenmesini geleneğin sütüyle besler, gerçeklik, ona bir yandan geleneği dayatırken, öbür yandan gelenekle aykırılaşmanın ilmeğini buldurur. Geleneği ne denli köklüyse şiirin, soluğu da o denli uzun ve sarmal; durmadan yenilenmeleri, ilerki içerik ve biçimleri, hep yeni bir duyarlığı hazırlar.
Şiir, işte bunlardan ötürü bir uzlaşmazlıktır. Hem gerçekliğin katıksız içtenliği ve ayak sesi, hem de kendi varoluş ilkesi olarak, hem gerçeklikle, hem kendisiyle uzlaşmazlıktır. Bu, yani durmadan özgürleşme tutkusu içindeki insanın yalın sesi oluş, şiirin, sanatla şu ya da bu ölçüde haşır neşir her insanda uç vermesinin, duyduğunu şiirle insani bütüne katma özleminin dolaysız nedenidir. Ama şiir, her sözcüğünde, Promete'nin acısını yoğunlaştırılmış olarak yaratıcısına yaşatır. Çünkü gerçekliğin katılaşmış biçimi, onu sımsıkı kavrar, ezer, içindeki tohumun yeni bir biçim almasını durdurmaya çabalar. Şiir, bu acıya dayanamayanı terk eder. O, kendisi uğrundaki sonsuz çilenin, karşılıksız adanışın, mutlu acılara ödenen sonsuz övgünün armağanıdır.
Böylece, aynı anda koruyucu, yıkıcı ve kurucu olmanın ilkesine uygun düşen, politikayı kendi içinde ya da kendini politika içinde bu üç boyutuyla bulan bir edimdir. Büyük etkinliği ve gücü buradan gelir. İnsanın kendini keşfe ve yaratmaya başlayışında şiir vardır; bu varoluş, aynı zamanda politik bir kapsam taşır. Şiirin ömrü, başka politik edimlerden daha boyutlu olmasının ötesinde bir olanağa dayanmaz.
Bütün bunlar, ta başında, şiiri doğduğu ortama, gününe bağlı kılar. Gününe katılmaya zorlar. Katılış onun doğasında vardır. Uzlaşmazlığından gelir. Böylece o, gününden olmayanı, güncel olmayanı iter. Gelecekteki varlık kaynağının bugün olduğunun bilincindedir. Bu bilinci edinemediği, yitirdiği noktada hayattan ve kendinden kopar. Çünkü bugünde bütün geçmiş içerilmiştir ve dünü yarına bağlayan halka, tüm gerçekliği, olanca somutluğuyla bugündür. Şiir, bugünle, günün işleviyle yetinme yürekliliğini gösterdiği oranda yarına kalır.