Şikâyetlerim

Yusuf Ziya Ortaç 1948 yılında yazdığı “Şikâyetler” yazısında ruhumuzun kumaşını kemiren küçük güvelerden söz eder. Bu küçük güveler, bazen farkına bile varmadan yaşadığımız günlük yaşamın küçük olaylarıdır. Ortaç, “Hemen her akşam eve içim sıkkın dönüyorum,” diye başladığı yazısında, o günün insanını, yani 1940’lı yıllardaki insanı gerip bunaltan gündelik yaşamın küçük olaylarını sıralıyor:

“İskele kapısını geç açan memur, gişede bulunmayan biletçi, tramvayı durdurmayan vatman, sokağı suratınıza süpüren temizlik işçisi, fazla para isteyen taksi şoförü, parmakları kokan berber, karası ellerinize sıvaşan gazete, merhametinizi iğrendiren dilenci...”

KIRIK HEYKELİN TUTANAĞI YOK

Ortaç’ın bu yazısını kendi yaşamınıza, bu güne uyarlayarak yeniden yazın, diye üniversitedeki öğrencilerime ödev olarak verirdim. Şimdi bu ödevi kendime veriyorum, bakalım neler yazacağım?

Beni bütün bir gün eve bağlayan kargo görevlisi gelmeyince, ertesi günü de evde hapis geçirmemek için Aras Kargo’nun Emek Şubesi’ne sabahın köründe kendim gidiyorum. Bir türlü getiremedikleri kocaman paketi elime tutuşturuyorlar, sanki evime kadar getirmişler gibi de parasını eksiksiz alıyorlar. Eve gelip paketi açtığımda, bana ödül olarak verilen heykelin kırılmış olduğunu görüyorum. Yetkililerle görüşüyorum. Bir hak iddia edemiyormuşum, çünkü teslim alırken açıp orada tutanak tutturmalıymışım...

Miras işlerine koşturuyorum şu günlerde. Miras işleri için önce vergi dairelerine gideceksiniz. Buralarda insanlar üst üste... Ana baba günü... Veraset intikal işlerine bakan dairelerden kolay iş çıkmıyor. Tapu işlerinin çileli olacağını biliyordum, öyle de oldu, hâlâ da bitiremedik, ama beni en çok şaşırtan, kızdıran şey bankalar oldu. Bu işler için iki yüz küsur lira bir para yatıracağım, Ziraat Bankası’nın Mamak Şubesi’nde uzun bir kuyruk var. Gözlerim yanıp sönen numaralarda, nerdeyse yirmi dakika bekledikten sonra sıra bana geliyor. Gişedeki görevli: “Bu parayı ATM’den yatıracaksınız,” diyor. Neden, zorunlu muyum? Aklınıza yatacak hiçbir gerekçeleri yok. Zorunlusunuz, diyorlar.

KÜÇÜK İHMALLERİN KURBANIYIZ

Kaybettiğim yirmi dakika yetmemiş gibi, bir yirmi dakika da ATM önündeki kuyrukta geçireceğim. Bitişikteki Vakıflar Bankası’na koşturuyorum. Oradan da aldığım yanıt aynı. Neyse ki onun yanındaki Garanti Bankası’nda işimi bitiriyorum, rahatladıktan sonra benim onca zamanımı çalan banka yetkilileriyle konuyu tartışıyorum. İşimi yapmayan iki banka yetkilisi de, “Bankacılık mevzuatı böyle,” diyorlar. Hayır, bankacılık mevzuatı öyle değil, BDDK’den de sorup öğreniyorum bunu. Küçük paralar için elemanlarını meşgul etmek istemiyorlar. Sayın bankacılar, Ziraat Bankası’nın, Vakıflar Bankası’nın sayın yöneticileri, herkes ATM’yi kullanmak zorunda değil. BDDK bu saçma uygulamaya müdahale etmeli.

Yusuf Ziya Ortaç’ın yetmiş yıl önceki yazısında anlattığı gündelik şikâyetler bugünkü şikâyetlerimizin yanında ne kadar hafif kalıyor. Ben gene de bu yazı ustasının son sözlerini biraz değiştirerek bitireceğim yazımı:

İnsan denen büyük kıymeti, küçük ihmallerin, uzun kuyruklarınkurbanı olmaktan kurtarmalıyız.

Okuma önerisi: Ian Marsh, İntihar, İş Bankası Kültür Y., İstanbul 2017.