Sıkışan iktidarlar baskıyı arttırırlar!

İktidar, ekonomiden, diplomasiye kadar, günü birlik, tutarsız, çelişkili, akla ve bilime aykırı, ideolojik ve mezhepçi politikalar nedeniyle giderek sıkışıyor ve yalnızlaşıyor.

Giderek tek adam rejimine dönüşen “ne deve ne de kuş olmayan” garip yönetim tarzının yanı sıra, eş-dost-akraba kayırmacılığının-yolsuzluk iddialarının, ehliyetsiz ve kifayetsiz cemaatçi bürokratik kadrolaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak, iktidarın toplumsal desteği eriyor.

Sipariş olduğu aşikâr olan kamuoyu araştırmalarının dışında kalan, çok sayıda araştırmanın da gösterdiği biçimde, iktidarın oy oranı ve halk desteği son yılların en düşük seviyesine gerilemiş durumda.

Toplum, ağır borç yükü, yüksek enflasyon ve sosyal bir felakete dönüşmek üzere olan görülmemiş işsizlik karşısında büyük bir hoşnutsuzluk yaşıyor.

Neredeyse her gün şehit haberleri, savaş konuşmaları, deprem ve çığ felaketleri, toplumsal kamplaşma ve kutuplaşmayı tahrik eden söylem ve eylemler nedeniyle toplumsal bir bunalıma ve depresyona sürükleniyor adeta.

***

Bu gidişat karşısında, bir avuç kerameti kendinden menkul, danışman-SETA’cı ve Pelikancılar gibi, uzmanlığı, deneyimi, entelektüel ve bürokratik kapasiteleri tartışmalı, kişi ve grupların ve “yes men” niteliğindeki şahısların ve de çok kanallı ama tek sesli hale getirilen yandaş medyanın akla ziyan yayınlarıyla ve telkinleriyle, çevrelenmiş ve etki altına alınarak, yönlendirilmek istenen bir iktidarın yapacağı üç şey var.

İlki, toplumsal uzlaşma ve milli mutabakatı sağlamak, büyük ve cesur bir demokrasi reformunun adımlarını atmak. İkincisi, bu güven bunalımı ve toplumsal depresyon ile kutuplaşmayı ve gerilimi rahatlatacak bir erken seçim kararı alınması.

Üçüncüsü ise, giderek sertleşen, despot-baskıcı ve anti-demokratik iş ve işlemlere kalkışılması. Görünen o ki, iktidar üçüncü yolu tercih edecek gibi.

***

Öyle olmasaydı, ülkemizde rahmetli Uğur Mumcu’dan sonra bu ekolün en seçkin ve başarılı isimlerinden olan, milyonlarca okuyucu ve izleyiciye sahip, yeni kuşak araştırmacı ve soruşturmacı gazeteciler, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel’in, sabaha karşı evlerine baskın yapılarak, hukuken çok tartışmalı gerekçelerle tutuklanmalarına kalkışılmazdı.

Ülkemizin milli güvenliği nedeniyle MİT görevlilerinin isimlerinin ifşa edilmemesi, kuşkusuz ki çok önemli ve gereklidir. Buna aklı başında kimse itiraz etmez, edemez, etmemelidir de.

Ama Libya’da şehit olan MİT görevlilerimizden, Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarından, köyün muhtarının sosyal medya hesabına kadar bir şekilde bahsedilmesi, TBMM’de Milletvekili Sn. Ümit Özdağ tarafından da ayrıca kamuoyuna duyurulması sonucunda, topluma açıklanmış olan bilgileri, üstelik soyadlarını kodlayarak haber yaptılar diye bu gazetecilerin tutuklanmaları son derecede sorunludur.

Soruşturma veya dava açılsa bile, kaçma şüphesi olmayan, saygın ve tanınmış gazeteci-yazarların evlerine geçmişteki FETÖ’cü baskınları anımsatır biçimde, sanki azılı katil-teröristlere yapılan muamelenin yapılması, toplumda şaşkınlık ve tepki ile karşılanmıştır.

Hele ilgili habere erişim yasağı getirilmesi yerine her gün bir milyon kişiyi aşkın-tekil ziyaretçinin giriş yaptığı ve okuduğu ODATV’nin, tümden erişime kapatılması, amacın “üzüm yemek değil, bağcı dövmek” olduğu yönündeki iddiaları daha da pekiştiriyor ne yazık ki.

***

Bir polis devletine dönüşülmemelidir. Kanun devletine de. Çünkü esas olan, kanunların ve uygulamaların hukuk ve vicdana uygun olmasıdır. Onun için kuvvetler ayrılığı, bağımsız ve tarafsız yargı diye yazıyor ve konuşuyor insanlar.

Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel’e reva görülen muamele, toplumsal barışa ve huzura katkı yapmayacaktır. ODATV’nin tümden kapatılması, basın ve ifade özgürlüğüne indirilen büyük bir darbe olarak algılanacaktır iç ve dış kamuoyunda.

***

Bu olay, en önemlisi, iktidarın ardı ardına yaşadığı ekonomik ve diplomatik başarısızlıklar ve ekonomik çöküş tablosu karşısında, çaresiz kalarak, toplumu sindirmeye ve korkutmaya çalıştığı, baskıcı ve anti demokratik yöntemlere başvurduğu yolundaki iddiaları da haklı çıkaracaktır.

Toplumsal gerilim, huzursuzluk ve memnuniyetsizliği böyle bastırmaya çalışmak, giderek faşizmin yöntemlerine başvurmaya kalkışmak, hiçbir iktidara ve topluma hayır, uzlaşma ve barış getirmemiştir.

Yol yakınken bu hatadan dönülmelidir. Yargısız infaz görüntüleri ve hukukun siyasallaştırıldığı yolundaki algılar, iktidarı bugünden çok ilk seçimlerde halkın karşısında çok daha sıkıntılı bir duruma sürükleyebilir.

Tutuklu, namuslu ve başarılı, cumhuriyetçi ve yurtsever gazeteciler, hukuk içinde ve adil davranılarak, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırlarsa, yukarıda bahsettiğimiz sakıncaların bir nebze de olsa giderilebilme ihtimali doğar.

Hatanın neresinden dönülürse kardır.