Şili’nin milli şairi Neruda LGBT’nin kurbanı olurken Türkiye!

“Halkım ben, parmakla sayılmayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya

Sessizliği aşmaya yarayan” (Neruda)

Pablo Neruda, Şili’li olduğu kadar Türk’tü de… Devrimci dalganın yükseldiği 1970’li yılların en karanlık günlerinde bile, gençler Nazım Hikmet’in şiirleri kadar Neruda’nınkilerin de aşığı ve tanışığıydılar. Sokaklarında eli kanlı çetelerin dolaştığı, geceleri insanların kendi evlerine bile gitmeye cesaret edemediği günlerde, Neruda oradaydı, Nazım da. Bizler Nazım’ın soyadını ve Neruda’nın ilk adını kullanmazdık bile, samimiyetimizi bozacakmış gibi sanki. Onlar sadece Nazım ile Neruda idiler bizim için. Hele de Neruda’nın “20 Aşk şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı” adlı küçücük kitabı, hepimizin masalarının üstünde, her an elimizin altındaydı.

Neruda ile Nazım iki sürgün ve iki kırgın memleket aşığı şair olarak, Moskova’da, Prag’da ya da Paris’te iki halkın temsilcileri sıfatı ile iki dost oldular yıllar boyu. Neruda’nın, Nazım’ın vefatı haberini aldığında yazdığı o şiirini, sanki her an sofrasını paylaştığı Türk şairlerden biri yazmış sanırdınız:

“Kardeşim, ne yapayım ben şimdi?

tasarlanabilir mi dünya, her yanına ektiğin çiçekler olmadan

nasıl yaşamalı seni örnek almadan,

senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan?

böyle olduğun için teşekkürler, teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.”

ANTİ-FAŞİST MÜCADELENİN SEMBOLÜ, ‘KADIN AVCISI’ YAPILDI

İşte aşkın ve memleket sevdasının bu iki dev şairinden Şili’li Pablo Neruda, Şili siyasetinde egemenliği eline geçiren LGBT ve onların destekçilerinin emirleri ile, “milli şairlikten” alaşağı edilmiş ve yerine, 1945’te Nobel ödülü kazanmış olan LGBT’lı Gabriela Mistral “milli şaire” ilan edilmiş!

Zaten Covid salgınının hemen öncesinde konser turumuzu yaptığımız Şili’de, bu sonuca doğru gidildiğini görmüştük. Ve Aydınlık için kaleme aldığımız bir yazımızda, Neruda heykellerinin burunlarının kırılıp kırmızı boya ile protesto edildiğini fotoğrafları ile göstermiştik.

Pinoşe’nin faşist cuntası altında inim inim inleyen Şili halkı için, bir uluslararası ses olan ve bundan dolayı da yıllarca sürgünlerde yaşayan Neruda’nın suçu da ilan edilmiş, bu çöplüğe atılma eylemi için: Pablo bir “kadın avcısıymış” ve bir şiirinde, uzak ülkelerde bir oteldeki hizmetçiye tecavüz etmesini anlatmışmış! Böylelikle, Latin Amerika’nın “maço” yani Türkiye’deki moda deyimi ile “eril” erkek egemenliğinin bir aleti imiş. O nedenle de, ölümünden tam tamına yarım yüzyıl sonra, Neruda, bileği ile kazandığı Şili’nin milli şairi unvanını, yeni nesil Şili’liler tarafından alaşağı edilerek kaybetmiş oluyor böylece.

Gabriela Mistral LGBT'nin yeni milli şairi.

KÜRESELLEŞMENİN KÜRESELLEŞTİRDİĞİ LGBT İDEOLOJİSİ

Elbette Şili halkının özgür iradesine karışıp, kendi kültürlerine nasıl davranacaklarını öğretmeye çalışmak bizim haddimiz değildir. Ama Şili’de olan bitenler, bizim memleketimizde olan bitene o denli benzemekte ki, Neruda’nın kaderini böyle bir yeni “sürgün” ile sonuçlandıran gelişmeleri anlatmak isteriz burada.

Çok şiddetli bir Katolik Hristiyan olan Şili toplumunda, siyasal mücadele aynı zamanda dini otoriteye başkaldırı şekline de büründü yıllar içinde. Pinoşe’nin iktidardan düşürülmesinden sonraki dönemde de, bu reaksiyoner siyasi önderlik her alanda özgürlük ararken, Batı dünyasından empoze edilip pazarlaması yapılan “cinsel kimlik özgürlüğü” alanına kapılarını açmış oldu. Kısa zamanda, özellikle de küreselleşmenin dünyadaki en büyük müşterisi olan  gençlik içinde, önemli pozisyonlar elde etti. Şili’de 2019’da yükselen halk hareketi önderliğinde, LGBT bağlantılı önemli bir kesim vardı. Ve biz 2020 kış aylarındaki Şili ziyaretimizde, Valparaiso şehrinde, bu kesimden bazı genç önderlerle tartışmak imkanını da bulmuştuk. Ve daha o zaman, Neruda’nın “kadın avcılığı” ve “eril egemenliği” konusunun üstüne basa basa bize cevaplar yetiştirmekteydiler.

ŞİLİ’LİLERİN YAPTIĞINI TÜRK LGBT YAPABİLİR Mİ?

Şimdi diyeceksiniz ki “ne var bunda, Şililer Şilili şairleri hakkında istediklerini yapsınlar”. Elbette doğru olabilir, ama Neruda en az o kadar da Türk sayılır bizim için. Çünkü Türkiye’nin en karanlık günlerinde, dostu Nazım Hikmet ile, bizim aydınlıklar içinde yolumuzu bulabilmemizin bir neferi idi ne de olsa. O nedenle Pablo Neruda konusundaki bu tür değerlendirmeleri kabul edemiyoruz.

Bunun bir başka boyutu da, LGBT ideolojisinin Batı parası ve desteği ile, giderek Türk toplumunu tehdit eder hale geldiği günümüzde, Nazım Hikmet’e de Neruda’ya benzer bir suçlama getirilip “milli şair’ tahtından indirilme tehlikesi. Çünkü hepimizin bildiği gibi, aşkın şairi Nazım da Neruda gibi, aşk hayatı zengin bir şairdi. Amerika’da başlayıp her tarafa yaydırılan, erkek düşmanı “Me Too (ben de)” akımı, toplumların geleneksel kumaşını zedeleyip, her ülkede milli direnci kırmanın önemli bir aleti olmaktadır. Sap ile samanı birbirine bilinçli olarak karıştırıp, kadın haklarını savunma görüntüsü altında, toplumların yüzyıllarca süren çabaları ile yarattığı milli değerleri yerle bir edip, küresel kimliksizliğe mahkum etme stratejisidir bu.

Neruda heykeline saldırı Şili'nin Iquique şehri.

NAZIM, SAHTE SOLUN ‘POSTER ÇOCUĞU’ OLABİLİR Mİ?

Şili’de Pabo Neruda’yı, ölümünden elli sene sonra, kendisine savunma imkanı bile tanımadan yargılayıp mahkum eden küresel ideoloji, aynı saldırıyı bizim milli şairimiz Nazım Hikmet’e neden yapmasın ki? Zaten daha şimdiden Türk bayrağına, Türk askerine, Türk tarihine Batı’dan empoze edilmiş akıl almaz saldırıyı yapan bu çevreler değil midir? Bakmayın, şimdilerde hala Nazım Hikmet şiirleri ve fotoğrafları ile süslenmiş kafelerinde veya salonlarında “devrimcilik” yaptıklarına. Zamanı geldiğinde, ve LGBT ideolojisine olan destekleri, Batı’nın da yardımları ile daha önemli derecelere ulaştığında, Nazım Hikmet’in Pablo Neruda’ya çok benzer hayatını sorgulayıp, onu da aynı suçlamalarla lekelemeye çalışacaklarını, bugünden görür gibiyiz. Ve maalesef, Türk toplumunun önderi olan “aydın” kesimimizde, aynen Şili’li aydınların aymazlığı ve yüzeyselliği baskın hale gelmektedir. LGBT ideolojisi, bir küreselleşme aleti olarak, aydınlarımız üzerinden toplumumuza zorla enjekte edilmekte ve giderek Şili’ye benzemekteyiz. Sözün kısası, Nazım Hikmet’e dikkat!