Sinema 120 yaşında

SİNEMANIN İCADINA GİDEN UZUN YOLSinema 120 yaşında
28 Aralık’ta 120 yaşına basacak olan sinemanın ortaya çıkış serüvenini belirli bir döneme ve de bir kişiye bağlamak olanaksızdır. Sinema; çeşitli uğraşıların binlerce yıl süren bir dizi araştırmaların- buluşların birbirlerini beslemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Sinemanın doğum günü 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başına atfedilmesine karşın, aslında onun yaşı çok ama çok eskilere, deyim yerinde ise insanlık tarihinin ilk çağlarına dek uzayıp gider. İnsanoğlu prehistorik çağlardan beri, dış dünya ile ilgili nesneleri ve varlıkları, önce çizerek sabit haline getirmek, sonrasında da derdini anlatacak bir araç olarak kimi zaman durağan ama devamlılık içinde, kimi zaman da hareketlendirerek anlatma isteğini taşımış ve isteği doğrultusunda bir dizi çalışmalar yapmıştır. İnsanoğlunun ilk sineması hiç kuşku yoktur ki İspanya’nın kuzey kesimindeki Altamira mağarasındaki resimlerdir. 1879’da bulunan MÖ: 16 ila 11. bin yıla tarihlenen Paleolitik dönemin mağa-rasının zor ulaşılabilen yerlerine çizilen görkemli resimler, yalnızca insanlık tarihinin en eski resimleri değil, aynı zamanda konumları ve işlevleri nedeniyle sinema düşüncesini çağrıştıran ilk uygulamalarından biridir. Mağaranın zor ulaşılabilen ve de en karanlık yerinde, tavana ve duvara çizilen büyük boy hayvan figürleri (bizon, geyik, vahşi boğa vd.) avın daha bereketli ve tehlikesiz geçmesi nedeniyle ritüel ayinlerde kullanılmak amacıyla bir av büyüsünü oluşturmak için yapılmıştır. Mağara resimlerin yer aldığı duvarın önündeki zeminde ateş yakılması ve ateşin etrafında insanların halka şeklinde toplanıp dans etmesi, ışık ile duvardaki resimler arasındaki insanların hareketliliği ile duvardaki resimlerin de oluşan gölge-ışık oyunlarıyla hareketlenme duygusunu vermesi, dans eden insanların büyük bir coşkuya kapılmasına neden olduğu gibi, belki de binlerce yıllar sonrasının sinema adı verilen icadın da bir bakıma öncüsü olmuştur denebilir. Altamira mağarasındaki ritüelden uzaklaşıp binlerce yıllar sonrasının antik çağlarına gelindiğinde Eflatun’un (Platon) Devlet adlı eserinin yedinci kitabında yer alan mağara efsanesiyle karşılaşırız. Platon’un bu efsanesi bir bakıma Altamira mağara resimlerinin antik çağda yorumlanmasından başka bir şey değildir. Mekan, ışık ve gölge konumu aynıdır, yalnızca resimlerin yerini kuklalar almıştır. Belki Eflatun sinemaya bir adım daha yaklaşmıştır. Ama sinemaya giden yol daha çok uzundur.Bu yollardan biri olan ağakat izlenimi gözün bir erdemi ya da kusurudur. Her hangi bir cismin gözümüze gelen görüntüsü bu cisim ortadan kalkar kalkmaz kaybolmaz, bir süre daha devam eder. Böylece gözün ağ tabakasında görüntü kaybolmadan onun üstüne bir diğer görüntü biner ve böylece bir hareket oluşur. Gözün bu erdemini ilk fark edenlerden biri Yunanlı filozof Aristoteles’tir (384-322). Onu Romalı Batlamyus (108-168) ve sonra da ünlü Arap bilgini Ibn Ül Haytam (965-1039) takip etmiş ve gözün bu özelliği Cebir Bir Hayyam ve Leonardo da Vinci’nin karanlık kutusuyla birleşince sinemaya giden yol daha da kısalmıştır. Sinema bir kişinin ve bir dönemin buluşu değil, aksine, insanlık tarihinin geçmişi kadar eski birçok buluşun, her döneme bir miras olarak bırakılan birikimlerinin toplamından oluşan bir ürünüdür. İnsanlık tarihindeki önemli buluşların gebeliği ya da gün ışığına çıkması kimi zaman binlerce yıllık bir zamanı kapsar. Ama çoğu buluşun, yeniliğin ya da icadın tek bir doğum tarihi vardır. Sinemanın da onca geçmişteki serüvenine karşın doğum günü olarak; Fransız Louis ve Auguste Lumiere Kardeşler’in 28 Aralık 1895’te Paris’te Capucins Bulvarı’ndaki Grand Cafe’nin zemin katındaki İndiana salonundaki halka açık ilk gösterisi kabul görür. Bu kabule göre sinema tamı tamına 120 yaşındadır.