Sinema dağıtım sorununa bir çözüm önerisi -(TAMAMI)

Bağımsız bir filmin dağıtım sorunu öteden beri sinemamızda bir sorun olmuş, tekellerin egemenliği yüzünden birçok önemli film istenilen ve arzu edilen bir şekilde ne yazık ki seyircisine ulaşamamıştır. 1980’li yıllardan önce, bilindiği gibi Yeşilçam’ın büyük şirketleri bir araya gelip gruplar kurarak büyük kentin sinemalarını paylaşmışlar, küçük şirketlerin ise dağıtım sorununu büyük ölçüde engellemişlerdi. “Ayak sistemi” denen bu tekelleşme, yalnızca küçük şirketlerin filmlerine gösterim hakkı tanımamış, aynı zamanda bu sistemin-grupların dışında oluşturulan kimi filmlere de -özellikle büyük kentlerde- yaşam hakkı tanımamıştı. Örneğin; Yılmaz Güney ilk dönem filmlerinden büyük bir kısmı İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde gösterim hakkı bulamış, çoğunlukla Anadolu sinemalarında gösterim olanağı yakalayabilmişti.

1987’deki Yabancı Sermaye Yasası’nda yapılan değişikle Yeşilçam’ın bu “Ayak sistemi” eskisinden daha sert ve de acımasız kuralların uygulandığı bir şekle dönüşmüştür. Bu yasadan sonra Majör ya da dev Amerikan şirketlerinin piyasaya hakim olması, yalnızca film getirme olgusunu değil, onun da ötesinde dağıtım ve işletme- gösterim haklarının da geniş ölçüde tekelleşmesine zemin hazırlamıştır.

***

Bugün Türkiye’de dağıtım ve gösterim hakkının yüzde 70’lik oranı yalnızca bir şirkete aittir. Yani bu şirketin dağıtımına giremeyen bir filmin hiç şansı yoktur. Ya da çok az bir şansa sahiptir. Başta Oscar, Altın Palmiye, Altın Aslan alan filmler bile, bu dağım-gösterim ağına girmediklerinde ticari şansları çok aza inmekte, sıradan bir filmin gişesinden bile az bir gişe yapma durumunda kalmaktadır.

Örneğin geçtiğimiz sezon birçok ulusal ve uluslararası saygın festivallerde ödül alan bir Türk filmi, bu dağıtımdaki tekellerin hışmına uğrayarak çok az bir seyirciyi toplayabilmişler, tecimsel açıdan ise büyük kayıplara uğramışlardır.

***

Bu dağıtım-gösterim tekellerinin egemenliğini kimi düzenlemelerle kırmak ya da gücünü azaltmak mümkündür. Bu konuda Onur Ünlü dar kapsamlı da olsa bunun bir provasını yaparak, bizlere tekellerin dışında bir başka seçeneğinin de var olabileceğinin sinyallerini verdi.

Bugün yüzün üzerinde üniversiteye sahibiz. Bu üniversitelerin bünyesinde yüzlerce salon var. Bu salonların hiç biri tam kapasiteyle kullanılmıyor. Bu salonlar belirli günlerde film gösterimi için pekala kullanılabilir. Ticari sinemalara oranla düşük bir ücret- hatta dörtte biri kadar- bir ücretle burada birinci vizyon filmler gösterilebilir. Bu olaya tüm sinemacılarla kimi üniversiteler oldukça sıcak bakıyor. Tabii işin bürokrasi yanı da, bu salonların kullanımına ilişkin raporlar hazırlanarak çözülebilir. Sinemamızdaki meslek örgütleriyle ilgili bakanlıkların ortak bir çalışması sonucu bu salonların kullanılmaması için bir engelin oluşacağını hiç sanmıyorum. Yalnızca kimi filmler, kimilerince sansüre tabi tutulur ki, bu sorunun da aşılacağına inanıyorum.

Ayrıca çeşitli ilerdeki belediye, özel idare salonlarıyla vakıf ve derneklere ait büyük çaplı salonlar da, eskiden olduğu gibi kimi filmlerin gösterimi için niye kullanılmasın.

Hiçbir şey olanaksız değil, yeter ki istensin... Tabii Amerikan tekellerine karşı ulusal sinemayı korumak ve de yaşatmak istiyorsak.